Güncel

 

 

Sosyal İlimlerin Yerli ve Milli Kaynakları Nelerdir?

22 Ekim 2017

Sosyal siyaset Prof. Dr. Sami Şener hocamız, “Sosyal ilimlerin kavranamayışı ve çözümsüzlüklerimiz” başlığı taşıyan yazısında “Ülkemizde hayata şekil vermeye çalışan batı kaynaklı sosyal ilimlerin, yıllarca serseri bir mayın gibi hayatımızda yer almasına ve onun metotlarıyla sosyal yapının bir başka âleme doğru yönelmesi, toplumun kimyasını bozmuş ve ciddi bir insan erozyonuna yol açılmıştır.” demektedir.

Bkz. http://www.mirathaber.com/prof-dr-sami-sener-sosyal-ilimlerin-kavranamayisi-ve-cozumsuzluklerimiz-83-2081y.html

O halde toplumsal dirilişimiz için, Batı kaynaklı sosyal (b)ilimlerden vazgeçip bunun yerine yerli ve millî kaynaklardan oluşan sosyal ilimler çalışmalarına girişmemiz gerekmez mi? Müslüman bir toplum olduğumuza göre sosyal ilimlerin de İslâmî temellere dayandırılması gerekmez mi? Gerekir ve bu gerçeği de Müslüman bilim insanları, hiç çekinmeden dillendirebilmelidir. Bu bağlamda İslâmî sosyal ilimlerin, pozitivist sosyal bilim teorilerinden farklı olarak toplumsal barışın ve mutluluğun sadece maddî refahtan ibaret olmadığını, insanın akıl, ruh, kalp gibi diğer manevî duygularının da bireysel ve toplumsal huzurun temininde önemli bir hissesi olduğunun altı çizilmelidir. Biz bir başlangıç olarak bu kısa yazımızda yerli ve millî olduğunu düşündüğümüz İslâmî sosyal ilimlerin bazı temel özelliklerini zikretmekle yetineceğiz:

İslâmî Sosyal İlimler, Vahiy Odaklıdır

İnsanları dünyada kaynaştırmayı esas alan İslâmî sosyal ilimler, maneviyata, yani ruha, ibadete, kadere, ahirete vb manevî unsurlara da bir anlam yükler. Bu yönüyle nokta-i istinat açısından Vahyilik (İlâhilik), İslâmî sosyal ilimlerin en temel özelliğidir. İslâmî sosyal ilimlerin kaynağı, ilahî menşelidir ve bu özellik zaman içinde fıkıh yoluyla belirlenmiştir. Uluhiyyet düşüncesi, Müslümanların günlük hayatlarına varıncaya kadar bütün bir sosyal sistemi kapsamına alan ulvî bir bakış tarzıdır. İlâhî kanunlara dayalı sosyal ilimlerin temsilcileri olarak Müslüman bilim adamları, hiçbir şekilde Allah’ın hükümlerine aykırı fikirler/modeller/kanunlar ihdas etme hakkına sahip değildir. Ancak vahye ters düşmeyen ve içtihatlarla/istişarelerle ortaya çıkan sosyal modeller geliştirebilir.

Vahiy kaynaklarına sahip olmak demek, sosyal model geliştirmek açısından en doğru ve en sağlam bilgileri elde etmiş olmak anlamına gelir. Kendisini, hakikati yakalayamadığı için, sürekli olarak yenilemek mecburiyetinde olan vahiy dışı her bir seküler sosyal bilim/model, bu tekâmül sürecinde ister istemez İslâm’ın öngördüğü bu değişmez ilahî hakikatlere yaklaşmak mecburiyetindedir. Nitekim Batı tarafından halkın ıslahı için sosyal/siyasî model olarak takdim ettikleri bütün uygulama biçimleri, toplumların daha da bozulmasına sebebiyet vermiştir ve vermektedir.

Doğrusu; hakikat ve ilmî tekâmül, İslâm’ın ilahî kaynaklarında yani Kuran ve Sünnet’te gizlidir. Hakikate erişmek isteyen bütün objektif bilim adamları bu gerçeği er veya geç görecek ve sosyal teorilerini/modellerini buna göre yeniden gözden geçirmek mecburiyetinde kalacaktır. Nitekim C. Hak, Kuran’ın verdiği bilgilerin doğru olduğuna ve ancak bu doğrular üzerinden toplumların fıtratlarına uygun sosyal modeller geliştirilebileceğine dair gerçeği şu şekilde açıklamaktadır:

“O (Kuran), âlemler (insanlar) için bir hatırlatmadan başka bir şey değildir. Şurası kesin ki, gün gelecek, Onun ve anlattıklarının (doğruluğunu) mutlaka öğreneceksiniz.” (Sad: 87-88).

İslâmî Sosyal İlimler, Rızâ'illâh’a Dayanır

İslâm’da sosyal ilimlere müracaat etme ve bu yolla topluma hizmet etme gereği, tamamen “Yaratan’ın Rızasını Kazanma” niyetine bağlıdır. Halbuki pozitivist bilim insanları, geliştirdikleri sosyal modellerle daha çok unvan ve ödül elde etmek gibi şahsî menfaatler peşindedir. Şuurlu Müslüman bilim insanı ise, arzu edilen toplumsal dayanışmanın manevî gücünü Rızâ’illâh inancından alır. Toplumsal barışın ve terakkinin sadece teorik sosyal bilimlerle yeterli olmadığı açıktır. Bütüncül sosyal ilimlerin tamamlayıcı bir unsuru olarak Allah’a iman ve O’nu hoşnut etme inancı ile ancak toplumda kardeşlik duygusu gelişebilir.

Bu inançla geliştirilen ve uygulanan bütün sosyal modeller, taabbudî bir amele dönüşür. Çünkü İslâm’da ibadet niyetiyle yapılan bütün ilmî çalışmalar ve bunların hayata geçirilmesi, Allah tarafından da takdir görür ve bereketlendirilir. Onun için Müslüman bilim insanları, topluma hizmet etmek adına sosyal teori ve modeller geliştirirken, bireysel menfaat elde etmekten ziyade bunu ilâhî bir emir anlayışı doğrultusunda Allah rızası için yapmalıdır. Allah rızasına dayanan bütün ilmî gayretler, bu anlamda sevabı olan iman, takva, ibadet ve(ya) kulluk görevi olarak değerlendirilebilir.

İslâmî Sosyal İlimler, Düalisttir

İslâmî sosyal ilimler, dünyevilik ve uhrevîlik yani maddî/profan ve manevî/uhrevî olmak üzere birbirini tamamlayan iki unsura sahiptir ki bu yönüyle sadece dünyevî meselelerle ilgilenen diğer seküler sosyal bilimlerden tamamen farklıdır. Bunun için İslâm, insanların ahiretini de düşünerek, bir taraftan imanı/namazı, diğer taraftan da dünyada toplumsal adaletinin tesisi için zekâtı önerir. Dolayısıyla İslâm’ın düalist yaklaşımıyla dünyada oluşturulan sosyal nizam, ahirete de faydası olacak manevî unsurlarla zenginleştirilir. Bu bağlamda İslâmî sosyal ilimlerin ana gayesi, herkese hem dünyevî, hem de uhrevî mutluluğun kaynaklarını sunmaktır.

İslâmî Sosyal İlimler, Fıtrî ve Evrenseldir

İslâmî sosyal ilimlerin ve şubelerin bütünü, insan odaklı olması hasebiyle hangi din veya ırktan olursa olsun dünyada yaşayan bütün insanların fıtratlarıyla uygunluk arz eder. Fıtrata dayanmayan hiçbir sosyal bilim/model, sürdürebilirliğini sağlayamaz. Gelmiş geçmiş sosyal bilim/modeller ve buna bağlı siyasî rejimler, sürekli olarak kendilerini temelden yenileme ihtiyacı duyuyorsa bu, insanlığın fıtrî özelliklerini göz ardı ettikleri içindir. İslâm’ın öngördüğü sosyal model ise, fıtrata dayandığı için, insanı doğumundan ölümüne kadar bir bütün olarak ele alır ve bu yönüyle de evrenseldir.

Zaten İslâm dini, farkında olunsun veya olunmasın bütün insanlık için gönderilmiş en son din/medeniyet/hayat nizamı değil midir? C. Hak, Kuran’da bu gerçeği en son Peygamberi üzerinden açıkça beyân etmektedir: “Ve Biz, seni insanların hepsi için müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olmandan başka bir şey için göndermedik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe: 28).

Ahir Kelâm

Netice itibariyle hiçbir ayrımcılık yapmadan bütün insanların temel fıtrî ve sosyal ihtiyaçlarını tam olarak karşılaması açısından İslâmî sosyal ilimler, âlemşümuldür, yani küresel boyutuyla kendi içinde tutarlı ve evrenseldir. İslâm dinini kabul etmeyenler için “Sizin dininiz (bâtıl inancınız, hayat tarzınız vb) size, benim dinim de bana...” (Al-i İmran: 109) ilkesi doğrultusunda kimsenin inancına dokunulmadığı gibi, Gayri Müslimler, İslâmî modelin/sistemin bir unsuru/vatandaşı olarak kabul edilir ve diğer Müslümanlar gibi dünyevî her türlü sosyal haklardan yararlanabilir. Hiçbir dinî ayırımcılık yapılmaksızın kişilere eşit sosyal hakların verilmesi, İslâmî sosyal ilimlere dayanan uygulamaların tamamen nesnel (objektif) olduğunun da bir delilidir.

Müslüman toplumlar, daha fazla sosyal gerilim ve sarsıntılar yaşamak istemiyorsa, mutlaka Kuran ve Sünnetin sosyal kaynaklarından yararlanmalı ve İslâmî sosyal ilimler alanında çalışmalar yapmalıdır. Bu görevi de bir ekip ruhuyla ancak şuurlu Müslüman bilim insanları yerine getirebilir.

Prof. Dr. Ali Seyyar

Kaynak: http://www.mirathaber.com/sosyal-ilimlerin-yerli-ve-milli-kaynaklari-nelerdir-14-2106h.html