Terminal Dönem

 

 

TERMİNAL DÖNEMDE ÖLÜME REFAKAT HİZMETLERİ [1]

 

Prof. Dr. Ali Seyyar

 

1. Terminal Dönemde Ölüme Refakat Hizmetlerinin Özellikleri

Terminal Dönem (Son Dönem), bakıma muhtaç kişinin hayatının son anlarıdır, yani bakıma muhtaç yaşlı, özürlü veya hastanın ölüm anına yakın olduğu dönemdir.

Bakıma muhtaç kişinin hayatının son dönemlerinde bakıcı personel, hekimlerin direktifi altında palyatif bakım ve tedavi yöntemleri uygulayabilmelidir. Terminal döneme ait özel bakım, bakıma muhtaç kişinin kalan hayat süresi için kısa hedefli plânlamalar yapılmasını ve duyguların paylaşılmasını sağlar. Diğer taraftan geçmişi gözden geçirerek, bugün yapılabilecek fırsatları değerlendirilir.

Bakıma muhtaç kişi ve bakıcı aile fertleri ile kurulan etkin iletişim sayesinde manevî atmosfer oluşturularak ölümün güzel yönleri ve ahiret hayatının kişiye sağlayacağı güzellikler dile getirilir. Kişilere manevî teselli ve telkinlerde bulunulur. Terminal dönemdeki bakıma muhtaç kişilerin şeref ve saygınlığını korumak, hayatın son günlerini daha sevgi ve şefkatle geçirilmesini sağlayabilmek için, kurumsal bakım hizmetlerinden ziyade evde sosyal ve manevî bakım hizmetleri tercih edilmelidir.

Bakım gerektirecek derecede kronik hastalığı olan ve günlük aktivitelerinde belirli sınırlılıkları olan özellikle yaşlı ve terminal dönemde bakıma muhtaçlara evde yeterince sosyal bakım hizmetleri verilmediğinde, kronik hastalıkların akut atakları sebebiyle hastaneye plânlanmamış yatışları genelde artmaktadır. Hastaneye yeniden yatış sebepleri araştırıldığında; tıbbî gözetim eksikliği, sosyal ve manevî destek hizmetlerin yetersizliği gibi etkenlerin risk sebebi olduğunu göstermektedir. Bu durumda bakıcı personel, hem bakımdan sorumlu aile fertlerine, hem de bakıma muhtaç kişiye yaşadıkları ortamda tıbbî, sosyal ve manevî bakım destek hizmetlerinde bulunmalıdır. Terminal dönemde sadece hastaların değil ailesi ve yakınları da profesyonel manevî desteğe ihtiyaç duyarlar.[2]

2. Ölüme Refakat Hizmetlerinde Dikkat Edilmesi Gereken Hususiyetler

“Her canlı ölümü tadacaktır” (Âl-i İmrân; 3/185; Enbiya; 21/35) mutlak gerçeği, tabiî bir olay olmakla birlikte Allah’ın değişmez sünnetidir. Ecelin, ne zaman, nerede ve nasıl geleceği gayb konusu olduğu için, kimin hangi tarihte, hangi mekânda, hangi hâl üzere ve hangi şartlar içinde öleceği de bilinemez. (“Hiçbir kimse nerede öleceğini bilmez”: Lokman; 31/34).

Bakıcı personel (manevî terapist; sosyal ilahiyatçı), bu temel gerçeklerden hareketle son nefesini vermek üzere olan kişiye ve yakınlarına manevî refakat hizmetlerinde bulunurken, aşağıdaki bilgi ve önerileri dikkate almalıdır.[3]

a)İnsan, dünya hayatında da, ruhunu teslim ederken de, ölümünden sonra da saygıya her zaman layık bir varlıktır. Ölecek kişiye bu saygı çerçevesinde gösterilecek azamî derecedeki son görevler ve hizmetler, ölünün yakınlarına manevî teselli mahiyetinde olacağı gibi, ölümün bir yokluk veya hiçlik olmadığına dair somut gösterge niteliğindedir.

b)Bakıcı personel, İslâm inancına göre ölümün bir son değil, çileli dünya hayatından kurtuluş ve Allah’ın izniyle daha güzel ve yeni bir hayatın başlangıcı olduğuna kalben inanarak, ölecek kişinin akrabalarına ve yakınlarına manevî destekte bulunmalı ve bu ölüm ile ilgili hakikatleri hatırlatmalıdır. Hayatta kalanlar, bu vesile ile ölümü ve ahireti hatırlamalı ve ölümden ibret almalıdır.

c) Yakınlarının izni ile ölüm döşeğinde olan kişi sık sık ziyaret edilmelidir. Yanında iyi ve güzel şeylerden bahsedilmelidir. Son Peygamber, bu konuda şunu tavsiye etmektedir: “Sizler bir hastanın veya ölünün yanında bulunduğunuz zaman hayır söyleyin. Muhakkak ki melekler sizin orada konuştuklarınıza âmin derler”[4] Ölüm anında müminlerin ziyaretine meleklerin de teşrif edeceğine yönelik Kuran bizlere şu bilgileri vermektedir: “Gerçekten Rabbimiz Allah’tır, deyip de sonra sebat gösterenler (ve salih amel işleyenler var ya) onların üzerine (ölüm anında): Korkmayın, mahzun olmayın, vaat olunan Cennetle müjdelinin, diye melekler inecektir” (Fussilet; 41/30).

d) Ölüm döşeğinde bulunan kişiye ve aile fertlerine idrak edebilecekleri seviyelerine uygun olarak ruhlarını hoş tutan dinî nasihatte bulunulmalıdır. Mesela insanın dünyada iken yaptığı bazı güzel işlerin, kişinin ölümünden sonra da amel defterine sevap olarak yazılacağı bir müjde olarak dile getirilebilir. Son Peygamberin şu sözleri hatırlatılmalıdır: “İnsan, öldüğü zaman salih ameli kesilir. Ancak üç şey müstesna: Sadaka-i Cariye[5], faydalı ilim ve kendisine dua edecek salih evlat”.[6] Her insanın evladı veya arkada bırakacağı ilmî eserleri olmayabilir. Ancak kişi, Allah rızasını kazanmak ümidiyle son anlarında dahî sadak-i cariyede bulunabilir.

e) İmanlı bir insan, ölüm anında Allah’ın bir lütfu olarak ölüm meleğini en güzel bir şekilde görebileceği gibi, Cennetteki makamlarını da görebilir. Onun için ölüm, imanlı ruhlar için manen ıstırap verecek bir olay değildir. Takva sahibi kişiler, bu manevî atmosferde Allah’a kavuşmayı can-ü gönülden arzu edeceklerdir. Bu durumda müminin yüzü nurlanır, manevî hazzından dolayı tebessüm eder ve sevincinden gözlerinden yaş akabilir. İmanlı insanların ruhları böyle hoş ve rahat oldukları bir anda ölüm meleği tarafından alınır. Belki de ruhunu nasıl teslim ettiğini bile tam farkına varamayan mümini öbür âlemde karşılayan yine güzel yüzlü melekler olacaktır. Melekler, “selam size, yapmış olduğunuz güzel işlerin mükâfatı olarak girin Cennete, derler” (Nahl; 16/32).

f)  Son nefesini vermek üzere olan kişinin yanında Kuran’dan sureler okunmalıdır. Kuran’ın âyetlerini duyan kişi, Rabbini ve Peygamberini hatırlayacak ve iman çizgisinde ruhunu daha kolay teslim edebilecek manevî atmosfer yakalayabilecektir. Âhiret motiflerine ve iman hakikatlerine işaret etme açısından özellikle telkin mahiyetinde Yasin suresi okunmalıdır. Son Peygamber de özellikle bu surenin okunmasını şu hadisi-i şeriflerinde tavsiye etmektedir: “Onu (Yasin Suresini) ölülerinizin (ölmek üzere olan hastalarınızın) yanında okuyunuz”.[7]

g) Ölüme çok yaklaşmış olduğu belli olan kişiye kelime-i şehadet veya kelime-i tevhit söyletilmelidir. Bu mümkün değilse ölecek kişinin yanında bunlar sık sık tekrarlanmalıdır. Zorlama olmadan tövbe istiğfara da davet edilebilir. Ölmek üzere olan bir kişiye zorlamadan kelime-i tevhit’in (La İlahe İllallah: Allah’tan başka ilah yoktur) telkin edilmesi gerektiğini bizzat son Peygamber tavsiye etmektedir. Son sözü kelime-i tevhit olan imanlı bir kişinin Cennete gireceği hadis-i şeriflerde belirtilmiştir.[8] Bu sözlerle hayatını tamamlayan bir kişi, imanla diğer âleme gidileceği umulur. Nitekim son Peygamber, buna işaret ederek, “kim ne üzere ölürse, öylece diriltilir” beyanında bulunur.[9]

h) Şeytan son anda bile, kişinin zihnine değişik vesveseler telkin edebilir. Mesela ölüme çok yaklaşmış olan bir insanın ağzı ve boğazı susuzluktan kuruyabilir. Yanı başındakilerini tanıyamaz hale gelen veya şuuru da tam yerinde olmayan kişi, belki bu yüzden etrafındakilerinden su isteyemez. Şeytan, bu durumu bir fırsat bilerek, kişinin imanını almak veya zedelemek için, kişinin zihninde bir bardak su ile görünebilir. İmanına karşılık suyu vereceğini vaat eder. Bunun için ölüm döşeğinde olan kişinin bütün maddî ve manevî ihtiyaçlarına dikkat edilmeli ve örnekten yola çıkarak su ihtiyacı giderilmelidir. Sahabelerin büyüklerinden olan Enes bin Malik, insanlara verilmiş beş manevî bayramdan bahsederken bunlardan ilkinin günahlardan kaçınmak ve tövbe yoluyla bu günahlardan temizlenmek olduğunu söyler. Ölümle ilgili olan ikinci bayram hakkında da Enes bin Malik, şunları der: “İnsan ikinci bayramını, son nefesinde şeytanın oyununa kanmayarak, iman ile ruhunu teslim ettiği gün yaşamış olur. Bu bayramdan daha büyük bayram da yoktur”. Dolayısıyla kişi ruhunu teslim ederken, şeytanın oyunlarına fırsat vermemek suretiyle kendisine yardımcı olunmalıdır.

i)   Her insan, ruhunu teslim etmeden önce sekerât-ı mevt diye tabir edilen değişik derecelerde de olsa bir ölüm baygınlığı, sarhoşluğu ve(ya) can çekişmesi yaşayacaktır. Bu kaçınılmaz bir gerçeği de hayra yormak lazım. Allah, manevî derecesini artırmak istediği kuluna ölümü anında da ızdırap verebilir. Bazı kişilerin ölüm anındaki sıkıntıları günahlarına kefaret olsun diye de şiddetli olabilir. Kişi, bu durumda sükûnetini korumalı ve tevekkül içinde sabretmeli ve Resulullah’ın durumunu düşünmelidir. Nitekim İslâm’ın Peygamberi de son hastalığında, yanı başlarında bir kap içerisinde su bulunduruyordu ve ellerini suya daldırıp yüzüne sürerek şöyle buyuruyordu: “Allah’tan başka ilah yoktur. Muhakkak ki ölümün sekerâtı vardır”. Ruhunu teslim ederken de son söz sözleri şunlar olmuştur: “(Refiku’l A’la) Ey yüce dost! Allah’ım sekerât-ı mevtte bana yardım et”.[10]

j) Kişi, ruhunu teslim ettiğinde, gözleri kapatılmalı ve çenesi de bağlanmalıdır. Gözler kapatılmadığında ve çene bağlanmadığında, kan donduğu için gözler bir daha kapanmayabilir ve çene de zor bağlanabilir. Açık gözler ve bağlanmamış bir çenenin oluşturacağı görüntü, ayrıca yakınları üzerinde psikolojik etki de yapabilir.

k) Ölen bir Müslümanın arkasından feryat koparılmamalı, çılgınca bağırılmamalı ve sesli ağlanmamalıdır. Hüzünlenmek ve sessizce ağlamak ise, fıtrîdir. Bu anda bile akrabalara ve yakınlara düşen görev, sabırlı olmak ve tevekkül etmektir. Son Peygamber bu konuya da parmak basarak şöyle tavsiyede bulunmaktadır: “Ölü, kabrinde kendisine nevha yapılmasından (birtakım iyilikleri sayarak sesli ağlamasından) ötürü azap görür”.[11] Diğer taraftan da, sevdiğini kaybeden kişi, dünyada güzel ahlâkıyla sabrederse, Allah da o kişiye sürpriz mükâfatlar sunacaktır. Nitekim bir hadiste şöyle ifade edilir: “Bir mümin kul, dünyada çok sevdiği bir yakınını kaybeder ve sabredip musibetin mükâfatını Allah’tan beklerse, Allah, o kulu için Cennetin dışında bir mükâfata razı olamaz”.[12]

l) Ölen kişinin cenaze namazına katılmak, hem ölen kişiye manevî bir destektir, hem de aile fertlerine bir moraldir. Son Peygamberin, “Cenaze namazında, üç saf cemaat bulunan mümin, Cennete girer” (Tirmizi) ve “Kırk Müslüman, bir müminin cenazesinde bulunup onun affı için dua ederlerse, duaları kabul olur” [Müslim] müjdeleri, cenaze namazının ve ölen kişi arkasından dua etmenin manevî faydalarına açık bir işarettir. Bunun için, ölen bir Müslümanın ardından Allah’tan rahmet dilemek, hayırla yad etmek ve iyiliklerinden bahsetmek için, uygun bir zemin oluşturulmalı ve belirli periyotlarla meyyit (ölen kişiye) için topluca dua edilmelidir. Ölen bir Müslümanın hiçbir sadaka-i cariyesi olmasa bile, onun için diğer Müslümanlar dua ederse, kabirde sevapları çoğalır. Kabrinde günahsız hale gelebilir. Bir hadis-i şerifte son Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir” (Deylemi).

m) Duanın önemine binaen ahirete intikal etmiş bulunan kişinin yakınlarına şu duanın yapılması tavsiye edilmelidir: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla. İman etmiş olanlar için kalplerimizde bir kin bırakma. Ey Rabbimiz! Muhakkak ki Sen, çok şefkatli, çok esirgeyicisin!” (Haşir; 59/10). Ölen bir yakını için istiğfar etmenin ve rahmet dilemenin yanında aile fertleri, Kuran’dan bildikleri sureleri okuduktan sonra “Allah’ım okuduğum âyetlerden hasıl olan sevabın bir mislisini şu şu kişiye bağışlıyorum” tarzında ölen kişiye manevî destek mahiyetinde bir yaklaşım gösterebilirler.

n) Aile fertleri, ölen yakınlarını kabristanda da sık sık ziyaret edip, onların ruhlarına en üç İhlâs suresi okumalıdır. Büyük İslâm velililerinden olan Bişr-i Hâfî’nin başına gelen şu olay, bu yönüyle ibret vericidir: Bişr-i Hâfî, bir gün kabristandan geçiyordu. Mezardakilerin manevî hallerini Allah ona gösterdi. Mezarları üzerinde bir şeyi paylaşıyorlardı. “Yâ Rabbî! Bunların ne yaptıklarını bana bildir”, dedi. “Git, kendilerine sor” diye bir ses duydu. Gitti sordu. “Bir hafta önce, bir kimse üç İhlâs-ı şerîf okuyup bize gönderdi. O günden beri onun sevabını taksim etmeye çalışıyoruz, henüz bitiremedik” dediler.  

 

Özel Arama

SONNOTLAR

[1] Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım kitabından bir alıntı.

[2] Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Bakım Terimleri; Şefkatli Eller Yayınları; Ankara; 2007: Terminal Dönem.

[3] Burada geçen öneriler, değişik kaynaklardan derlenerek mümkün olduğunca bir sistem çerçevesinde takdim edilmiştir. Son nefesteki insana yönelik telkin konusunda bkz. Oral, Osman; 100 Soruda Âhiret Hayatı; Işık Yayınları; İstanbul; 2004; ss. 20-36.

[4] Müslim; Cenaiz 3; Ebu Davut; Cenaiz 19.

[5] Sadak-i cariye, hayrı, sevabı daimî olan sadakadır. Sevabı öldükten sonra da devam eden hayırlı ameller arasında şunlar akla gelebilir: a) Müslümanın hayatta iken yaptırdığı cami, okul, yurt, hastane, yol, çeşme, köprü v.b. b) Kişinin ölmeden önce ihtiyaç sahibi olan kişilere (yetim, yoksul, öğrenci, hasta, yaşlı, bekâr, dul vb.) yaptığı karşılıksız maddî yardımlar.

[6] Müslim, Vasiyet 3; Müsned 2-372.

[7] İbn Mace; Cenaiz 4.

[8] Müslim, Cenaiz 1; Tırmizi; Cenaiz 3.

[9] Müslim; Cennet 19.

[10] Buhari; Rikak 42; Tırmizi, Cenaiz 8.

[11] Buhari, Cenaiz 33.

[12] Câmiü-s-Sağir; C. 2; No: 1045.