Maneviyat Terimleri Sözlüğü

 

 

MANEVİYAT SÖZLÜĞÜ

(Alfabetik Sıralamaya Göre)

 

Fıtrî Sapmalar: (Bkz. Manevî Sapmalar).

Gaflet: (Bkz. Manevî Körlük)

Gaybî Âlemler: (Bkz. Manevî Âlemler).

Gaybî Varlıklar: (Bkz. Manevî Varlıklar).

Hüsran: (Bkz. Manevî Zararlar).

Mana: Arapça bir kelime olan ve dilimizde de değişmeden aynen kullanılan mana kelimesi, bir şeyin anlamı veya maksadıdır. Mana, bir sözden veya bir şeyden anlaşılan iç ve dış unsurlar olarak da tanımlanabilir. Bazen bir kelime, işaret, sembol veya teorinin mahiyeti de olabilir. Sosyal boyutuyla mana, bir toplumun üyelerinin çeşitli kültür unsurlarıyla ilgili olarak yaptıkları zihnî-fikrî çağrışımdır. Manayı iki boyutuyla ele alabiliriz: 1.) Mana-yı İsmî: İsme dair anlam veya ismî bakış olan bu mânâ yaklaşımında eşya, sadece dünya veya mülk boyutunda algılanmaktadır. Yani burada nesnelere ve hadiselere, menfaat merkezli ve maddî bir bakış açısı geliştirilir. Kişi, bu durumda bir şeyin sadece kendisini bilip tanımakla yetinmektedir. Örn.: Kişi, bir ağacı gölgesinden, dış görünüşünden, insana verdiği meyvesinden dolayı ilgi gösterip, onu severse, mânâ-yı ismi ile sevmiş olur. 2.) Mana-yı Harfî: Harfî bakış, bir başka ifadeyle görüntülenin ötesinde veya yaşanılan hadiselerin dışında başka şeyleri de tanıtan, bildiren veya sevdiren kapsamlı, bütüncül ve daha derin anlamlı bir bakış tarzıdır. Örn.: Kişinin, ağacın meyvelerinden istifade ederken, ağacı yetiştiren bahçe sahibini ve asıl sahibini (Yaratanı) tanıması, mana boyutuyla belki de gerçek bir yaklaşımdır. Aslında meselelere ve hadiselere mana-yı harfî (manevî) boyutuyla bakma eğilimini gösteren herkes, insanlara ve Yaratan’a karşı sevgi besleme ve teşekkürde bulunma noktasında aslî görevini de yerine getirmiş olacaktır. Ağaç misalinden yola çıkarak, şunu ifade edebiliriz. Ağaçlar, akılsız, gayesiz ve şuursuz tabiat varlıkları değildir. Yaratan’ın merhamet ve kudret eli, ağaçların meyve vermesini temin etmektedir. Ağaçlar da Yaratan’ın rahmeti adına insanlara ve diğer yaratıklara meyvelerini takdim etmektedirler. Varlıklara, hadiselere ve nesnelere mana-yı harfî (manevî) bir boyut kazandırmak, maddeyi ve maddî tezahürleri yok saymak değil, maddenin asliyetini ortaya çıkartmaktır. Esasen, manevî yönünü ele almayan her bakış, fizikî (biyolojik-maddî-organik) bir realitenin ötesine geçemez. Dolayısıyla manevî bakış, sosyal bilimlerin pozitivist ve materyalist ufkunun ötesinde yeni açılımların ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır.

Manevî (Fıtrî) Sapmalar: Manevî sapma, kişinin, manevî hastalıklara yakalanmanın bir sonucu olarak bireysel olarak maneviyattan ve inançlarından uzaklaşması, maneviyatı ve inançları vahyin temel doğrularından farklı yorumlaması, toplumsal olarak da manevî değerlere ve normlara uymaması ve onları dikkate almamasıdır. İnsanların içinde yaşadıkları toplumun millî ve manevî değer ve normlarına, genelde aykırı düşen ve hoşgörü sınırlarının dışında cereyan eden davranış biçimleri, çoğu zaman maneviyattaki sapmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Manevî risklerden kaçınmayan, günah işleyip zihnî ve manevî dünyalarını yaralayan, dolayısıyla değişik manevî hastalıklara yakalanan kişiler, manevî dengelerini koruyamadıkları için fıtraten de bir sapma içindedirler. Fıtrî sapma, özüne karşı yabancılaşma, kendisiyle (ruhuyla) tanışık ve barışık olmama; ruh ve nefis arasındaki mesafeyi açma, temiz yaratılış hikmetinden ve özgün yaratılışından uzaklaşma anlamlarına geldiği için, manevî sapma ile hemen aynı manaya gelmektedir. Fıtrat ve mahiyet değişikliklerin bir neticesi olarak insanlarda görülen her türlü manevî sapma ve bozulma, aslında ıslah (rehabilite) edilmesi gereken manevî bir hastalıktır. Örneğin bazı insanlarda sevgi, şefkat, acıma ve merhamet tezahürleri görünmüyorsa, bu onların bir tabiat bozukluğuna maruz kaldıklarının ve bir deformasyona uğradıklarının göstergesidir. Manevî yönden kendilerini tehlikelere atıp Yaratan’ın rahmetinden uzaklaşan insanlar, kendi elleriyle gönüllerindeki sevgi, şefkat ve merhamet duygularını öldürürler, taş kalpli olmaları hasebiyle sosyal sorumluluk şuurunu tamamen yitirirler ve toplumdan da uzaklaşırlar. Manevî sapmalar, bazen insanların günah, gaflet ve temkinsizliklerinden, bazen geçici kabz (kalbî daralma) girdaplarının gelip pusuya yatmasından, bazen cismanî ve şehvanî neşe ve arzuların egemen olmasından, bazen güzel ahlâk ve edebe uymayan hataları işlemekten, bazen de iyiliklerle ve sevaplarla gururlanıp küstahlaşmalardan kaynaklanabilir. Eğer insanlar, bu hususları ruhu (maneviyatı) öldüren birer manevî risk veya virüs gibi görür ve onlardan uzak durabilirlerse; manevî tekâmül yolunda ilk adımlarını atmış olurlar. Ezkaza bunlara bulaştıklarında da hemen tevbe edip, ciddî bir manevî rehabilitasyon (arınma) gayreti gösterirlerse, Allah onların bu manevî sapmalarını iyiliğe tebdil eder ve kötü eğilim ve kabiliyetlerini hayır istidatlarına çevirerek onlara yeniden manevî dirilme fırsatı verir.  Manevî sapma türleri çoktur ve en belirgin olanları da birbirlerine tamamen zıt olanlarıdır. Mesela, günahlarının çokluğundan dolayı Allah’tan ümidini kesmiş olanlar. Bunlar, hem tevbe etmez, hem de “tövbem zaten kabul olunmaz” diye kuşku duyarlar. Diğer taraftan da dinde ve ibadette aşırılığa gidip diğer sosyal görevlerini ihmal edenler de manevî sapma içinde bulunurlar. Bunlar, ibadetinin çokluğundan kendilerini yorup yıpratır, adeta helak derecesine vardırırlar, kendilerini dayanamayacağı zahmetlere sokarlar, her gün oruç tutmak ve az yemekten dolayı bedenlerine (nefislerine) zarar verirler ve sosyal hayattan kopuk yaşarlar. Her ifrat (aşırılık) mahiyet itibariyle manevî bir sapmadır. Görüldüğü gibi, manevî sapmalar da, ifrat ve tefritlerle birlikte görülür. Böyle bir fasit dairenin içinde itidal (denge) olmadığı için, şahsiyet bozuklukları da ortaya çıkabilir. Şahsiyet bozuklarını önlemek ve kişileri manevî itidale davet eden destek hizmetlerine gelince. Örnekten yola çıkarak, bu iki gruba manevî sosyal hizmetler kapsamında uygulanacak manevî rehabilitasyon ve telkin yöntemi olarak Reca (Allah’tan Ümidini Kesmemek) ilacı sunulabilir. Nitekim Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Ey kendileri aleyhinde (günahta veya dinde aşırılığa girerek) haddi aşanlar! Hiçbir kişi, benim rahmetimden ümitsizliğe düşmesin. Çünkü (tövbe edenlere) Allah, bütün günahları affeder. Şüphesiz O, çok Ğafur (Bağışlayan) ve Rahimdir (Esirgeyendir)” (Zümer; 39/53).

Manevî (Gaybî) Âlemler: Âlem, Yaratan’ın dışında Yaratan tarafından yaratılan her şey, her keyfiyet ve her cins varlıktır. Buna göre maddî veya manevî (gaybî) boyutuna bakılmaksızın bütün cihan; kâinat; dünya; cemaat; cemiyet; halk ve insan dâhil kendilerine göre birer âlemdir. Âlem-i gayb (gayb âlemleri) ise maddî boyutu olmayan ve insan tarafından görülemeyen bütün âlemlerdir. Manen anlaşılan ve bilinen dünya âleminin dışındaki metafizik âlemler, bazen “âlem-i mana” veya daha modern bir yaklaşımla “lâtif enerji boyutları” olarak da tanımlanır. Daha geniş bir izahla gaybî âlemler, zahir duygularla bilinemeyen âlem-i ervah (ruhla âlemi) ve melekler, cinlere mahsus âlemin yanında geçmiş ve gelecekteki mahlûkatın manevî hayatlarının âlemidir. İnsan ve içinde bulunduğu âlem-i şahadet (görünen ve zahirî dünya), kendi başına bağımsız bir gerçekler sisteminden ziyade nispeten çok daha büyük olan, onu aşan, ona kaynaklık eden manevî (gaybî) âlemlerin görünen tarafıdır. Bu anlamda âlem-i gayb, muhit (kuşatan) ve içinde yaşadığımız âlem-i şahadet de kuşatılan âlemdir. Kuran'da, "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah’ın ilmi, kudreti her şeyi kuşatıcıdır” (Nisa; 4/126) buyrulmaktadır. Buna göre Muhît olan Allah, emriyle, irâdesiyle, kudretiyle, kuvvetiyle, bütün isim ve sıfatlarıyla bütün her şeyi ihâta etmiş ve kuşatmıştır. Hiçbir şey, O’nun emrinin ve hükmünün haricinde değildir. Bütün ilâhî fiiller Cenâb-ı Hakkın sonsuz birer nuru olarak, tüm kâinatı ve her şeyi ihata etmişlerdir. Bu boyutuyla âlemlerin içinde belki de en küçük âlemi temsil eden insan (âlem-i asgar), eşref-i mahlûk payesiyle ve bunun doğurduğu kulluk sorumluluklarıyla ilahî kapsamın içinde olanların başında gelir. Kişi, bazen gaflet ile bu gerçeği göremeyebilir nacak aklî mekanizmalarını doğru kullanan ve tefekkür eden kişi, bu hakikat karşısında yaratılış maksadını ve aslî fonksiyonunu hatırlar.Gaybî âlem, birçok manevî âlemden ibarettir. Bunlardan bazılarını biraz daha yakın tanıyalım: A) Âlem-i Berzah: Lafzen “berzah âlemi” anlamına gelmekle birlikte bundan “kabir hayatı” kastedilmektedir. B) Âlem-i Emir: Lafzen “emir âlemi” anlamına gelmekle birlikte bundan sadece bir ilahî emirle işlerin hemen olduğu, arşın fevkindeki âlem kastedilmektedir. C) Âlem-i Ervah: Lafzen “ruhlar âlemi” anlamına gelmekle birlikte bundan ruhların ve ruhanilerin bulunduğu âlem kastedilmektedir. D) Âlem-i Melekût: Lafzen “melekût âlemi” anlamına gelmekle birlikte bundan meleklerin manevî hayatlarının âlemi kastedilmektedir. E) Âlem-i Misal: Lafzen “misal âlemi” anlamına gelmekle birlikte bundan rüyada görülen âlem kastedilmektedir. F) Âlem-i misal, mülk ile melekût âlemi arasında cinlerin ve ruhanî varlıkların var olduğu karmaşık bir âlemdir bir başka ifadeyle ruhlar âlemi (âlem-i ervah) ile cisim âlemi (dünya âlemi) arasındaki geçiş âlemidir. Diğer âlemlerin olduğu gibi bu âlemin de küçük bir misali insanda mevcuttur. Birçok İslâm âlimi misalin, hayalden ibaret olduğunu söyler. Daha önce gördüğümüz bir şeyi hayalimizde canlandırdığımızda, hayal âlemimizde (zihnimizde) o şeyin bir misali teşekkül eder. İşte bu şeyin aslı, âlem-i şahadetten, hayaldeki şekli ise âlem-i misaldendir. Aynanın karşısında duran bir insanın, kendini aynada görmesi buna bir örnektir. Bunlardan birisi hakikî, ikincisi ise misalîdir. Ezcümle, görülen âlemdeki her şeyin, her hâdisenin bir misalinin mevcut olduğu âlem, âlem-i misal’dir. Misal âlemi, ruhlar âleminden daha kesif; şu âlem-i şahadetten ise daha lâtif ve şeffaftır. İnsan, manevî âlemlerden tamamen kopuk bir varlık değildir. Çünkü kendisi de yaratılış itibariyle manevî bir varlıktır. Nefsanî duygularını vicdan, iman ve akıl ile kontrol altında tutup, pozitif duygularını ve manevî kaynaklarını işleten bir insan, ruhun ve kalbin gücüyle metafizik âlemlerde manen seyahat edebilir. Kulun manevî gayretleriyle ruh (kalp), sadece metafizik âlemlerle irtibat kurmaz. Allah’ın dilemesi ile insan hayali ve görülen bazı sadık rüyalar, misal âlemi ve hafıza (şuuraltı akıl) da levh-i mahfuz ile belirli derecelerle irtibatlı hâle gelebilir. Manevî âlemlere kurulacak vuslat köprüsü, iman ve ibadetlerin bir tezahürü olan alın teri ve gözyaşlarının eseri olmalı ve bu da ihlâs, sadakat, feragat, fedakârlık ve cömertlik gibi ahlâkî be manevî temeller üzerine kurulmalıdır.

 

Özel Arama

Manevî Bağ (Manevî Rabıta; Manevî İletişim): Manevî bağın, bir sosyal (dünyevî ve insanî) boyutu, bir de metafizik (ilahî) boyutu vardır. Sosyal hayatta manevî bağ, herhangi bir şekilde, iki şey veya iki kişi arasında zihinde veya kalpte kurulan irtibat veya ilgidir. Kişiler, birbirilerini Allah rızası için severlerse aralarında uyumlu bir manevî frekansla oluşacak münasebet sayesinde karşılıklı hissî duyarlılık ve yakınlık artar. Metafizik boyutuyla ise manevî rabıta, manen uyanık (kalp gözü açık) bir kişinin, Yaratan ve eserleri ile arasındaki gizli yolları fark etmesi veya Yaratan’ına manen (ruhen) yakın olmasıdır. Yaratan’la samimî olarak tesis edilen kalbî bağ, manevî gayretle ancak mümkündür. Kişi, her türlü kötülükten uzak durur, güzel ahlâkla ilgili bütün hasletlerin (namus, iffet, itibar, cömertlik, fedakarlık vb.) korunması konusunda hassas davranır ve ibadetlerini aksatmadan devam ederse manevî bağ daha da kuvvetlenir. Öznur Ozdoğan’a göre “maneviyat, insanın var edenle olan bağıdır ve dolayısıyla ilahî kaynaklıdır. Çünkü özü, ilahî olanın niteliklerini taşımaktadır.’Ben size kendi ruhumdan üfledim’ dediğine göre, insan kendisiyle, yani özüyle iletişime geçtiğinde ilahî olanla da iletişime geçmiş olur”.[1]

Manevî Bakım: Manevî bakım, geniş anlamda (tıbbî) sosyal hizmetler, dar anlamda sosyal bakım hizmetleri alanında bakıma muhtaç yaşlı, özürlü ve(ya) kronik hastalara yönelik maneviyat odaklı destek ve yardım hizmetleridir. Sosyal boyutuyla manevî bakım, bakıma muhtaç kişinin maneviyatını (kişisel gelişimini, moralini) güçlendirmeyi, hayata bağlılığını artırmayı, iç dünyasıyla (ruhuyla) barışık olmasını, manevî sapmalarını ve korkularını gidermeyi amaçlayan insan odaklı bütüncül hizmetlerdir. Bilimsel ve akademik boyutuyla manevi bakım, insanlarda ve özellikle bakıma muhtaç kişilerde manevî risk, sapma gibi sorunlara yol açan alanları inceleyen, sorunların sebeplerini ve çok yönlü etkilerini ve çözüm yollarını araştıran, manevî koruma ve rehabilitasyon yöntemlerini geliştiren bir bilim dalıdır. Açıklama: Amerikan Holistik Hemşireler Birliği iyi sağlığı, vücut, beyin ve ruh arasındaki uyum düzeyi olarak tanımlamaktadır. Bundan dolayı, insan varlığının bütün boyutlarının bir bütünlük içinde korunması ve sürdürülmesinde insana yardımcı olmak için, hemşirelerin, bütün bu alanların bakımını sağlayacak şekilde hazırlıklı olması gerekmektedir. Bu bakış açısıyla, insanın manevî boyutuna yönelik bakım hizmetlerinin verilmesi, hemşirenin ve bakıcı personelin fonksiyonunun bir parçasıdır. // Manevî Bakım Hizmetleri Sunan Elemanlara Düşen Görevler: 1.) Bakıma muhtaç kişinin, hayatın anlamını ve amacını bulmasında yardımcı olmak. 2.) Hayatını gözden geçirebilmesi için cesaret verici telkinlerde bulunmak. 3.) Sabırla ve dikkatle dinlemek. 4.) Kişinin, inanç ihtiyaçlarını desteklemek ve ibadetlerini yerine getirmede yardımcı olmak. 5.) Güven oluşturmak. 6.) Manevî huzursuzluklarını, endişelerini, kaygılarını ve sapmalarını gidermek. 7.) Kişinin, sabır içinde şükretmesine yardımcı olmak. // Manevî Bakım Hizmetlerinde Geçerli Olan İlkeler (Hutchinson: 1997): Manevî bakım hizmetlerinde bakım aktörlerine (hekimlere, sosyal hizmet uzmanlarına, bakıcı personele, sağlık memurlarına ve hemşirelere) düşen ilkesel görevler şunlardır: 1.) Manevî ihtiyaçlara yönelik bakım teşhisi, mevcut ve muhtemel bedenî problemler kadar bakıma muhtaç kişinin manevî gücünü de açıklamayı amaçlamalıdır. 2.) Manevî bakımda bakım aktörünün öncelikli amaçları, bakıma muhtaç kişinin manevî kaynaklarını harekete geçirmek olmalıdır. 3.) Bakım aktörü, manevî bakımın, bakıma muhtaç kişinin bakış açısını değiştirmek, inançlarından döndürmek değil, tam tersine kişinin ifade ettiği manevî ihtiyaçlara cevap vermek olduğunu bilmelidir. 4.) İhtiyaç doğrultusunda sunulan manevî bakım, bakım aktörü ve bakıma muhtaç kişi arasında güvenilir, samimî ve duyarlı bir ilişki üzerine kurulmalıdır. 5.) Manevî bakım, bakıma muhtaç kişinin sosyal ve manevî kaynaklarını dikkate alan ve dinî uygulamalara da imkân tanıyan bir şekilde plânlanmalıdır. 6.) Bakım aktörü, bakım plânında manevî bakım unsurlarının yazılı olarak yer almasının önemini bilmelidir. // Vecize: “Sağlık için manevî ihtiyaçlar, vücudu meydana getiren fizikî organlar kadar önemli bir unsurdur. Hepimizin gözlemlediği fizikî durum, zihnimizi ve ruhumuzu etkileyebilir” (Florence Nightingale). (Bkz. Bütüncül Bakım; Maneviyat; Manevî Uygulamalar İçin (Yardımcı) Ürünler ve Teknoloji).

Manevî Bilimler: Manevî bilimlerin teorik içeriği, Wilhelm Dilthey tarafından oluşturulmuştur.[2] “Manevî Bilimlere Giriş” kitabıyla (Einleitung in die Geisteswissenschaften, 1883) Dilthey, maneviyat konularına uygulanabilir sosyal bir boyut kazandırarak, maneviyatı, bilimlerin bütünü olarak ilan etmiştir. Buna göre manevî bilimlerin kaynağında tarihî ve sosyal gerçekler yatmaktadır. İnsanların manevî faaliyetlerinin anlamlandırılması ve idraklere uygun bir şekilde yorumlanması, ancak tefekkür yoluyla ortaya çıkarılabileceğini düşünen Dilthey, tabiî bilimlerden farklı olarak sadece genele yönelik değil şahsî özellikler etrafında bireysel hadiselere yoğunluk kazandırmak istemiştir. Dilthey’e göre manevî bilimlerin görevi, hayat, idrak ve ifade arasındaki bağın izahını yapabilmektir. Bu çerçevede ifade, belirli döneme ait genel kültürel kodların bir yansıması olarak düşünürlerin hayata dair düşüncelerden ibarettir. Dilthey’in manevî bilimlerin anlama teorisi ve metodolojisi çerçevesinde bir konsept olarak öne attığı “Hermenoytik”, tabiî ve manevî bilimleri birbirinden ayırmak açısından bilimsel tartışmalara yol açmıştır. Bilindiği gibi, Batı Dünyasında “Hermenoytik”, Antik Yunan Tanrısı Hermes, dünya (toplum) ile gök (tanrılar) arasında bağ kurucu ve yeryüzünde yukarının (manevî âlemlerin) yorumcusu olarak kabul görür. “Hermenoytik” denilen bu kelime, kaynağını Hermes’in bu manevî fonksiyonundan alır.[3] Dilthey tarafından oluşturulan Manevî Bilimler Ekolü’ne katılan diğer bilim adamları şunlardır: Hermann Nohl, Eduard Spranger, Georg Misch, Erich Rothacker ve Jürgen Habermas. İslâm’a Göre Manevî Bilimler ile İlâhiyat Arasındaki Bağ: İlahî (metafizik) mevzularla ilgilenen bilimlerin ve bu bilimlerin elde ettiği bulguların hepsine manevi bilimler denir. Manevî bilimler, ilâhiyat ana bilim dalı altında toplanmıştır. İlahiyat kavramı ise öncekilerin mabadettabia, ilahiyat ilmi dedikleri metafizik ilmini ifade eder. İlahiyat ilminin temel konusu, hem maddeyi yaratıp suret veren hem de manevî varlıkları yaratan sebeplerin sebebidir. Buna felsefede illet-i ûla (ilk sebep) denir. Bu da varlığı zorunlu olan varlıktır. Bu bakımdan ilahiyat disiplinin ilk konusu varlıktır. İnsanın duyu organlarıyla algılanamayan bu manevî varlıktan madde sudur etmiştir. Dolayısıyla maddenin kaynağı varlığı zorunlu olan "vacibu'l-vücûd" yani Allah'tır. // Geniş Anlamda Manevî Bilimler Kapsamına Giren Bilim Dalları: 1.) Meslek bilimleri. 2.) Tarih (Arkeoloji; Sosyal ve İktisat Tarihi; Bilim Tarihi; Kültür Tarihi; Sanat Tarihi vb.); 3.) Sanat ve Müzik Bilimi. 4.) Pedagoji. 5.) Din Bilimi-İlahiyat (Dinler Tarihi; Din Sosyolojisi; Din Psikolojisi). 6.) Edebiyat. 7.) Basın ve Halkla İlişkiler. 8.) Filoloji. 9.) Şarkiyatçılık. 10.) Folklor (Halk Bilim).

Manevî Boşluk: (Bkz. Manevî Körlük)

Manevî Dayanışma (Manevî Destek): Geniş anlamda manevî dayanışma, insanların veya belirli sosyal grupların değişik musibetlerden dolayı çektikleri acı ve kederlerini yalnızca anlamak, maddî yönden onlara yardım etmek ve(ya) empati geliştirmek değil aynı zamanda acı çekenleri, yoksulluk içinde bulunanları, dışlanmış olanları, kendilerini yalnızlık içinde hissedenleri kısacası değişik psiko-sosyo-ekonomik sorunlar içinde ıstırap çeken mağdur ve mazlumları manevî sorumluluğun bir gereği olarak gönülden desteklemektir. Dar anlamda manevî dayanışma, bakım aktörünün (bakım elemanının, hemşirenin) bakıma muhtaç kişiye sağladığı manevî destek hizmetleridir. Günümüzde birçok bakım uygulaması incelendiğinde; bakıma muhtaç kişiye belli derecede manevi destek sağlandığı fark edilecektir. Örneğin; kişinin umut, hayatın manası, amacı, sevgi ve ait olma gibi ihtiyaçları, manevî gereksinimlerdir ve bu durumda bakıcı personelin kişinin kaygılarını dinlemesi, empati yapması ve bu ihtiyaçlara cevap vermesi tedavi edici bir uygulamadır.

Manevî Değerler: Manevî değerler, bir sosyal grubun mensuplarının, sırf başkaları tarafından tasdik edildiği için değil, kendi idrak ve anlayışıyla doğruluğunu tasdik ettikleri için, anlaşma hâlinde oldukları ve sübjektif olarak da değer takdir ettikleri kıymet hükümleridir. Evrensel ahlakî değerlerin yanında her milletin kendi iç dinamiklerine bağlı olarak benimsediği sosyo-kültürel değerlerin toplamı, toplumsal boyutuyla manevî değerlerin bir dış yansımasıdır. Maddî değerlere göre daha köklü ve kalıcı olan manevî değerlerin temelinde umumî manada din ve inançla ilgili duygu ve düşünceler yatmaktadır. Daha somut bir ifadeyle, din ve vicdan hürriyeti gibi temel insan hakları bağlamında değerlendirebileceğimiz evrensel değerler aynı zamanda manevî değerlerin de bir parçasıdır.  Kişisel ve toplumsal boyutuyla manevî değerler, insanların sosyal barış içinde temel değerler etrafında birlik içinde yaşamalarını sağladığı için, sosyal sermaye oluşumuna da katkı sağlamaktadır. İstikrar ve güven içinde manevî değerlerini rahatlıkla yaşayabilen insanların haricî sosyal ve manevî faydaları da yüksek olacaktır. Maneviyatı yüksek olan insanlar, örneğin nihilistlere göre da inançlı, aktif, enerjik, güçlü, azimli, kararlı, iddialı ve sabırlı olur. Yılmayan, karşısına çıkan her engeli aşmak için hayatın her türlü şartlarıyla mücadele eden, bu mümkün değilse engellerle birlikte yaşamayı kabul eden maneviyat odaklı insanlar, geniş görüşlü, ferah yürekli ve uyumlu hasletleriyle hem kendileriyle, hem de toplumla barışık olabileceklerdir.

Manevî Destek: (Bkz. Manevî Dayanışma).

Manevî Eğitim: Manevî eğitim, insanın ruh ve karakter gelişimini hedefleyen, millî ve manevî değerleri esas alan, inanç ve düşünce ağırlıklı bir eğitim modelidir. Tabiri diğerle millî, manevî, dünyevî ve uhrevî değerleri birlikte ele alan ve değerlendiren düalist eğitim anlayışıdır. Gayesi, kişilere manevî telkin ve terbiye yöntemlerini göstermek ve bu yolla ruh, gönül ve kalbin güçlenmesine yardımcı ve kişinin manevî tekâmülüne destekçi olmaktır. Manevî eğitim alan kişiler, iyi bir ruh terbiyesi ve manevî gayret sayesinde hayatlarını ideal bir hedefe doğru yönlendirebilir, disipline edilmiş bir nefis ile kendilerini her türlü manevî ve sosyal zararlardan koruyabilirler. Manevî eğitim programlarıyla vicdanen sorumlu ve ruhen güzel insanlar yetiştirmekle manevî ve sosyal dayanışma içinde bulunan güzel bir toplum da meydana getirilebilir. Sosyal politikaların temel hedefi de zaten böyle bir mutlu toplum tesis etmektir. Ancak sosyal ve ahlâkî boyutuyla gelişmiş bir topluma ulaşmanın yolu da kâmil ve güzel fertlerden geçer. Dolayısıyla sağlam bir millet ve mükemmel bir toplum inşa etme gayreti de ruhen, fikren, zihnen, aklen ve vicdanen duyarlı ve sorumlu insanlar yetiştirmekle mümkündür. Bu da genelde eğitim müfredatının, özelde sosyal hizmetler eğitim programlarının içine maneviyat odaklı derslerin konulması ile gerçekleşebilir.  Manevî eğitimin temel hedefi ilk önce mümkün mertebe çok erken bir safhada ideal veya kâmil insan (insan-ı kâmil) yetiştirmek, daha sonra veya bu vesile ile kâmil toplum oluşturmaktır. İnsan-i kâmil, din ve maneviyat adına örnek bir şahsiyettir. Akıl, kalp, vicdan gibi manevî kaynakları onun rehberi, Allah rızası gayesi, Hakk’ı sevip sevdirmek, doğruyu bulup göstermek sosyal görevi, manevî faydalarını görmek ise bu düşünce ve aksiyonun sürpriz olduğu kadar tabiî sonucu ve semerisidir. Kâmil insan, güzel ahlâkıyla başkalarının temel ihtiyaçlarını karşılamada her zaman duyarlı olacağı için, sosyal ve manevî dayanışmaya katkı sağlayarak, kâmil toplumun oluşumunda da önemli fonksiyonlar üstlenir.

Manevî Faydalar: Manevî faydalar, olumlu (ibadet, güzel düşünce vb.) veya olumsuz (musibetler, hastalıklar vb.) gibi görünen bazı gelişme ve hadiseler meydana gelmesiyle birlikte kişinin kalbinde (manevî dünyasında) meydana gelen, hayır işaret eden müspet değişimlerdir. Nefis mekanizmasını irade gücüyle kontrol altında tutabilmenin bir sonucu olarak kişinin maneviyatındaki olumlu gelişmelerin bütünü manevî faydalar olarak tanımlanabilir. Manevî faydalar, iradenin hakkını vermek, nefis ile savaşmak, onu yenebilme yollarını araştırmak, bedenin istekleriyle dinin emirleri çakıştığında tercihlerini her zaman din ve maneviyat istikametinde gerekleştirmek, kısacası manevî gayret göstermekle ancak elde edilebilir. Kişinin bu manevî gayret sonucunda iç dünyasında meydana gelen faydaların başında huzur, saadet, ferahlık ve mutluluk gelir. Bunda sonra kişinin kalbindeki Allah sevgisi artar, tevekkül, teslimiyet ve kadere bağlılık şuuru gelişir, sabır, merhamet, şefkat ve iyilikte bulunma duygusu gibi birçok güzel ahlâk unsurlarını benimseme ve hayata geçirme arzusu canlanır.

Manevî Gayret: Dar anlamda manevî gayret, kişisel gelişimi, manevî değerler ekseninde gerçekleştirme azmidir. Geniş anlamda manevî gayret, düşüncelerin ve çabaların, vicdana ve akla göre biçimlenmesi, fikirlerin insan yaradılışının gerçek kanunlarına (fıtrata) göre düzeltilmesi, inançların bu yönde müspetleşmesi ve kesinleşmesine yönelik şahsî çaba ve çalışmalardır. Nefis, şeytan ve kötü ahlâka karşı direnmenin yanında iman, ibadet ve güzel ahlâk duygusunu kalpte iyice yerleştirme istikametindeki bütün mücadele ve mücahedeler manevî gayretin işaretleridir. Nefs-i emmarenin ve hayvanînin çirkin isteklerine, bedenin aşırı arzu ve dayatmalarına karşı iradeli bir tavır koymak, his, şuur, idrak, vicdan, akıl ve kalp gibi manevî kaynaklara karşı saygılı olma savaşıdır manevî gayret. Böyle bir manevî gayret, aynı zamanda cihadın da en büyüğüdür.[4] Çünkü nefis ve bedenin bitmez tükenmez arzu ve isteklerine karşı direnebilmek, ibadet dairesinde rıza hedefli ve ihlâs yörüngeli bir mücadele verebilmek, cephede yapılan bütün savaşlardan daha zordur. İşte böyle bir zorluktan dolayıdır ki manevî gayret içinde bulunanlara bir ilah’i lütuf ve mükâfat olarak verilen manevî faydalar o nispette büyük olur. Manevî gayret, Allah sevgisi ve onun sevgisinden mahrum olma ihtimaline dayanan kaygı ve korku ile başlar. Manevî gayret içinde bulunmak isteyen herkes, bundan dolayı herkesten daha çok Yaratan’ını sevmelidir. Yaratan’a asla rakip ve alternatif kabul etmeme ve O’nu sevmede herkesin önünde bulunmaya çalışma, manevî gayretin temel esaslarındandır. Manevî gayret içinde bulunan bir kişi, bundan dolayı cismaniyete ve nefsaniyete karşı kesin tavır alır, kalp ve ruh ufkuna yönelir, kötü huylara karşı savaş ilan edip güzel ahlâkı sosyal hayatın bir parçası hâline getirir.[5] Manevî gayret, kişinin manevî ve sosyal gelişimi için bir motor fonksiyonu görür. Sürekli olarak manevî gayret ve çaba içinde olan bir kişi, Allah rızasını kazanmak adına başkalarını memnun etmek, muhtaçları korumak, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla faydalı işler yapma mücadelesinde bulunurken, eksik bir iş, önemsiz bir hata yapmaktan dolayı vicdan azabı çeker. Manevî gayret sürecinde kişi, manevî tekâmülün en ileri seviyelerine ulaşabilir. Manevî sosyal hizmetler ve manevî bakım hizmetleri, muhataplarının mutluluğu ve sosyal hayattaki başarılarında manevî gayretin fonksiyonunu ve önemini kabul eder ve kişilere bu yönde ilk önce kendi içlerini temizlemelerine ve nefsanî-ruhanî dengeyi tesis etmelerine değişik manevî destek hizmetleri ve rehabilitasyon araçlarıyla yardımcı olur. Bu manevî destek sürecinden sonra kendini sürekli olarak manevî gayret içinde bulacak bir kişinin tutum ve davranışları, hâl ve hareketleri, kısaca yaşama tarzı hem Allah rızasını kazanma, hem de toplumsal şartlara uymaya yönelik olacaktır.

Özel Arama

Manevî Gelişim (Manevî Tekâmül): Manevî tekâmül, kişinin, manevî eğitim ve manevî gayret yoluyla manevî kuvvet ve huzur kazanmasıdır. Bir başka tanıma göre manevî tekâmül, kişinin, hem maddî (meslekî), hem de manevî yönden gelişmesini sağlamayı hedefleyen bütüncül bir eğitim anlayışıdır. Bir başka deyişle manevî tekâmül, mizaç (fıtrat) eksenli sağlıklı bir karakter eğitimi sürecinde kişinin, fizikî imajından ziyade manevî alanda kendisini sürekli olarak yenilemesi ve fert olmanın ötesinde şahsiyet sahibi olmanın şuuruna varmasıdır. Dinî anlamda manevî tekâmül, inançlı bir kişinin, iman, İslâm ve ihsan (Allah’ı görürü gibi ibadet etmek) yörüngesinde hareket etmesi sayesinde Allah’ın izniyle insanî tamamiyete, ahlakî mükemmeliyete ve “alâ-yı illiyyîn”e, yani Allah’ın indinde en iyilerin derecesine yükselmesindeki süreçtir. Manevi tekâmül sürecinde olan marifet (gönülden tanıma) ve feraset sahibi kişinin ruh dünyasında manevî huzur hâsıl olur. Manevî gelişim, iç âlemimizin zenginleştirilmesi ve manevî ihtiyaçların karşılanması ile sağlanabilir. İman ve sürekli olarak yapılan ihlâslı ibadetler, manevî tekâmülün anahtarlarıdır. Manevî sosyal hizmetler ve manevî bakım uygulamaları da kişinin gerçek anlamda mutlu olabilmesi için, manevî tekâmülüne değişik psiko-sosyal yöntemlerle ve manevî rehberlik hizmetleriyle destekçi olmaktadır.

Manevî Hasletler: (Bkz. Manevî Kaynaklar).

Manevî Hastalıklar: Kalp hastalıkları (Maraz-ı Kalbî) olarak da bilinen manevî hastalıklar, nefsaniyete düşkünlükten ve buna binaen ahlâkî-manevî suçlar (günahlar) işlemekten dolayı kişinin düşünce, tutum ve davranışlarında meydana gelen ahlâkî bozulmalardır. Manevî hastalıklar, tövbe ve istiğfar etmemenin bir sonucu olarak işlenen günahların kalbi manen lekelemesinden sonra küfre (isyana, inkâra) giden yolların açılmasını kadar varan tehlikeli ruhî musibetlerdir. Manevî hastalıklar, dünya ve ahiret hayatımızı tehdit eden rahatsızlıklar, imanı zedeleyen, iman nurunu alan, küfre ve(ya) şirke yol açabilen ve ibadet gibi salih ameller ifa etmeyi engelleyen kalp ve ruh yaralarıdır. Manevî hastalıklar, nefis mekanizmasını kontrol altında tutamama sonucunda kalbe giren yanlış itikatlar (inançlar) ile ortaya çıkar ve insanın hakikati, doğruyu ve gerçeği görmesine mâni olur. Çoğu zaman bilerek veya bilmeyerek, gizli veya alenî olarak tekrarlanan günahlar sayesinde kalp ve ruhlar ciddî anlamda yara alır. Kuran, bedenî hastalıklardan daha ziyade inanç bağlamında kalplerdeki manevî hastalıkları önemli bir hastalık olarak görür. Ayet, inanmadıkları hâlde sahte imanlarıyla inananları aldattıklarını zanneden münafıkların hastalıklarını, kalbî (manevî) olduğuna işaret eder: “Münafıkların kalplerinde hastalık (nifak ve haset hastalığı) vardır. Allah da onların bu hastalığını çoğaltmıştır (Bakara; 2/10).  Manevî hastalıkların meydana gelmesinde muhtemel olarak birçok faktör rol oynar. Genelde hem ruhsal hastalıkların müsebbibi, hem de bizzat bir ruhsal rahatsızlık olan bazı fıtrata aykırı tutum ve davranışlar, bu kapsamda değerlednirilebilir. Küfür (inançsızlık) içinde yaşamak, Allah’a şirk koşmak, zulmetmek, günah işlemek, kibirlenmek, azgınlık içinde bulunmak, marifetten yoksun yaşamak yani Allah’ı gereği gibi tanımamak, nefsi ilahlaştırmak gibi hasletler ve kaymalar, mutlak olmamakla beraber, değişik boyutlarda manevî hastalıklara yol açabilir. Tıp ilminde ve özellikle psikiyatri alanında olduğu üzere, insan ruhunda henüz ismi konulmamış birçok manevî rahatsızlık mevcuttur. Haktan, doğruluktan ve güzel ahlâktan ayrılma, nifak (ikiyüzlülük), haset (kıskançlık), şehvet (aşırı şehvânî-hayvanî duygular ve meyiller), günah ve zinâ arzusu şeklinde ahlâksızlığa niyetlenme gibi insanî zaaflar, manevî hastalıklar olarak değerlendirilebilir. Bedene gelen maddî hastalıklardan ziyade ruhu yaralayan manevî hastalıkları, gerçek bir musibet olarak telakki eden birçok İslâm âlimi, manevî hastalıkları, kendi içinde birkaç bölüme ayırmışlardır. Bunlardan en önemlilerini tespit edelim:[6] a) Küfür Hastalalığı: Manevî hastalıkların en büyüğüdür. Küfre giren insanlar, başta Yaratan’ınana karşı saygısız davranır ve Allah’ın âyetlerini inkar eder. Vahiy ile indirilmiş kitapların nurundan feyiz alıp yararlanmadıkları gibi, onlarla dalga geçerler. Kuran’ın yaklaşımıyla böylece ruhî hastalıkları bir kat daha artar.[7] Başlarına ibret verici olaylar ve belalar geldiği halde, birtürlü tefekkür edip iman kapısını aralamazlar.[8] Böyle davrandıkları ve hakikati anlamak istemedikleri için, bir başka ifadeyle inanmadıklarından dolayı küfre girdikleri için, Allah onların kalplerini çevirmiştir. Küfürde inat eden ve dolayısıyla sürekli olarak günah içinde bulunan böyle kişilerin tevbe etme gibi şansları da yoktur. Bazı şeylerin devrilmesi, yeniden dirilmesini mümkün kılmadığı gibi, imandan sonra küfrün ortaya çıkması da imanı tamamen ortadan kaldırır. b) Nifak Hastalığı: Son Peygamber, nifak hastalığını ve unsurlarını şu hadislerinde daha detaylı anlatır: “Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar”.[9] Demek oluyor ki, kalbin içinde hem iman, hem de nifak bulunabilir. Hadislerden anlaşıldığına göre; münafık hasletlerinden biri bulunan onu terk edinceye kadar o haslet onda kalır. Ancak zulüm ve günaha karşı kalbiyle olsun bir tepki yoksa kişide zerre hayır ve iman yoktur. Nifaktan, yani münafıklık alametlerinden kurtulmak isteyen bir insan, mümin olma isteği ve şuuru ile bu hastalıklarla derin bir hesaplaşma içinde olmalı ve günahlardan uzaklaşmalıdır. c) Günah İşleme Hastalığı: Nefsine uyup da dinen yasak olan bir şeyi yapan kişi, günah işlemiş olur. İslâm âlimleri, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmemek; namaz kılmamak gibi hususları, amelî bir küfür, yani dinden çıkarmayan itikadî küfür olarak görmüşlerdir. Her ne kadar küçük küfür ve şirk gibi algılanan günahlar, kişiyi dinden çıkarmazsa da, dünyevî veya uhrevî bir azaba müstahak kılar. Son Peygamber; şirk koşmama, hırsızlık yapmama, zina etmeme, evlatları diri diri gömmeme, iftira atmama üzere biat alırken günahlarla ilgili olarak şunları dile getirme ihtiyacı duymuştur: “Bunlara kim riayet ederse onun mükâfatı Allah'a aittir. Bunlardan birini işleyen olur da dünyadayken cezalandırılırsa, o ceza kefaret olur. Kim de bir günahı işler ve Allah onu örterse durumu Allah'a kalır. Dilerse af, dilerse ceza ile karşılık verir.”[10] İmam-ı Ahmed, “Büyük günahları yapana (zina, hırsızlık, içki, yağma) Müslüman denir. Ama mümin denmez. Bu büyüklerin altındakilere noksan imanlı denir” diyerek, bedevilerin inandık demelerine, Hucurat suresindeki “Deyin ki İslam olduk. Zira henüz iman kalplerine yerleşmedi.” talimatına dikkat çekmiş, böylece iman ve İslâm (teslimiyet) arasındaki nüansı belirtmiştir. d) Yeis veya Ümitsizlik Hastalığı: Ahirete inanan, fakat İslâm’ı yaşama konusunda nefsine söz geçiremeyen bir kişinin yakalanacağı ilk hastalık yeistir. Nice psiko-somatik hastalıkların kaynağı durumunda olan ümitsizliği oluşturan unsurların başında emele ve arzulara erişememek, hayatın kararsızlıkları, belirsizlikleri ve zorlukları, hayal kırıklığı ve adalete dayanmayan bir sosyal sistem gelir. Yeisin kişi üzerindeki olumsuz etkileri saymakla bitmez. Biz sadece bunlardan bazılarına kısaca temas edeceğiz:

Manevî Huzur (Mutluluk): Kişinin manevî risklerden uzak durarak, günahlardan sakınarak ve manevî temizlik içinde bulunarak, iç huzura kavuşmasıdır. Manevî huzur, Allah’ı anmanın, O’nun emirlerini yerine getirmenin ve aklî mekanizmaları kullanarak tefekkür etmenin sonucunda inanan insanın kalbinde meydana gelen bir rahatlıktır. Kalbin, Yaratan’ı anmak suretiyle manevî haz almasıdır, manevî huzur. Bu yönüyle gerçek mutluluk, nuranî bir cevher vasfını koruyarak, ruhun emrine girmiş olan kalbin, ruhlar âlemi yoluyla aldığı feyizleri bedene ve cisme taşıması ve orada da huzur ve saadet esintileri meydana getirmesidir. Manevi huzur, Hak hoşnutluğunu hedefleyen her türlü plan, proje ve(ya) uygulama neticesinde ruhta meydana gelen inşirah (kalp ferahlaması) ve inbisat (gönül açıklığı) merkezli duygulardır. Kişinin, yaratılışın (fıtratın) gayesine uygun olarak yaşaması, imanını güzel ahlâkla derinleştirmesi, ibadetlerini ihsan şuuruyla taçlandırması ile ruhunda âdeta bir şölen havası hissetmesidir. Çok defa kişi farkına varmasa da bu hâl, nuraniyete inkılâp ederek Allah’ın bir lütfu olarak bütün ruh ufkunu sarar ve insanın metafizik derinliklerinde değişik şekilde yankılanmaya başlar. Manevî huzurun temininde akıl ile kalp (gönül) önemli birer manevî kaynaktır. Akıl-kalp etkileşimi, fıtrî asliyetleriyle ancak ortaya çıktığı için, hayat zevk-i selim ile yaşanır ve kişi gerçek anlamda mutlu olur. Bu durumda kişi, bütün zorluklara ve acılara rağmen yaşama zevkini tadabilecektir. Çünkü insan, manevî gücüyle, dayanma, sabretme ve mücadele etme rezervlerini kaybetmeyip hep ümit var olacaktır. İman ve maneviyat olmadan değil olumsuz gibi görünen şeyler, olumlu olarak algılanan başarılar, sevinçler ve zenginlikler dahî taşınamaz hâle gelebilir. Diğer taraftan salih ameller (faydalı icraatlar), hakkı savunmak ve tavsiye etmek, sabırlı olmak gibi şahsî erdem ve sosyal boyutlu eylemler, insan üzerinde bir taraftan imanı ve maneviyatı kuvvetlendirirken, diğer taraftan da kişiye mutluluk bahşedip, kötülüklerin içine düşmesini engelleyerek, çift yönlü bir huzur meydana getirebilmektedir. Manevî sosyal hizmetlerin ve manevî bakım uygulamalarının temel gayesi, manevî telkin yöntemleriyle (bakıma muhtaç) kişilerin temel manevî ihtiyaçlarını karşılamak ve bu yolla huzurlu (gerçekten mutlu) olmalarını sağlamaktır.

Manevî İhtiyaçlar: Manevî ihtiyaçlar, kişinin, Yaratan’ıyla dinamik ilişkisini sürdürmesi için gerekli olan temel gereksinimlerdir. Kişinin manevî kaynaklarını harekete geçirmesine yardımcı olan ihtiyaçların başında gelen istekler şunlardır: a) Ferdin umut besleme ihtiyacı, b) Hayatın anlamı ve amacına yönelik cevapların bulunması, c) Sevgi ve ait olma ihtiyacı, d) ibadet etme isteği, e) Hastalığın hikmetini anlama ihtiyacı, f) Ölüm sonrası sorulara tatmin edici bir şekilde cevap verilmesi ve ahiret ile kaygıların giderilmesi ihtiyacı. Manevî ihtiyaçlar, fiziksel gereksinimlere göre daha soyut ve karmaşık olduğu için, ölçümü nispeten güçtür. Bununla birlikte kişilerin manevî ihtiyaçlarının tanımlanması ve bu ihtiyacı karşılayacak uygun bir bakımın sağlanması, kişinin mutluluğu için önemlidir. Bunun için, ilk önce maneviyatın doğası ve bütün fertler tarafından nasıl ifade edildiği konusu aydınlatılmalıdır. Çünkü sağlık için manevî ihtiyaçlar, vücudu oluşturan fiziksel organlar kadar önemli bir unsurdur, hepimizin gözlemlediği fiziksel durum, zihnimizi ve ruhumuzu etkileyebilir. [11] Manevî ihtiyaçlar, tüm insanlar için önemlidir. İnsanlar, bu ihtiyaçları, beşerî münasebetler yoluyla veya Yaratan’larına yönelerek giderirler. Bakıcı personelin bütün insanları bu bakış açısıyla değerlendirmesi, kişilerin sağlığını bütüncül olarak sağlama açısından önemlidir. Renetzky’e göre maneviyat ile ilgili ihtiyaç türleri üçtür:[12]  1.) Hayat, acı çekme ve ölüm kavramlarının anlamı, amacı ve manevî güç bulma ihtiyacı: İnsan, yaşamak için bir sebebe ihtiyaç duyar ve eğer bu varsa kişi, hayata olumlu bakar ve yaşamak ister. Ölümün, yokluk olmadığını idrak eden insan ise, ölüm sonrasına hazırlık yapar. 2.) Hayata ümit bağlama ihtiyacı: İnsanların yaşama umudu ne kadar büyükse, hastalığı yenme şansları da o oranda artar. Kronik hastalık durumlarında ise hayata, uhrevî bir boyut kazandırılarak, ölümden sonra da hastalıksız bir hayatın devamına yönelik inanç geliştirilir ve kişilerin umudu korunur. Umut; davranışların en temel motivasyon kaynağı ve hayata dair en etkili güçtür. Geleceğini biçimlendirmek, umut sayesinde ancak olur. 3.) Kişinin iç dünyasında Yaratan’a inanma ve O’na güven duyma ihtiyacı. Aklî mekanizmalarını fıtrat ekseninde kullananlar, hangi musibet ile karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, her şeyin Allah’tan geldiğine inanırlar ve tevekkül, teslimiyet, sabır ve şükür içinde imanlarını korurlar. Alman bilim adamları Weber ve Frick, hastaların manevî ihtiyaçlarının belirlenmesine dönük olarak (hekimlerin de uygulayabileceği) bir soru formatı hazırlamışlardır. [13] A) Hastanın maneviyata bakışı nasıl ve inancı var mıdır? B) Hastanın özel hayatında bu inancın yeri ve etkileri nelerdir? C) Hasta, herhangi bir dinî cemaate mensup mudur veya mensup olmak ister mi? d) Hekimin rolü: Hekim, hastanın manevî beklentileri veya sorunlarıyla nasıl ilgilenebilir? Christina Puchalski, manevî ihtiyaçların tespitinin yanında manevî kaynakların da ortaya çıkmasını sağlayan kapsamlı bir soru formatı hazırlamıştır: [14] A) Kime bel bağlayarak, ümit var oluyorsunuz? Gücünüzü nerden alıyorsunuz? B) Hayatınıza bir mana kazandıracak bir şey var mıdır? C) İmana dair hangi inançlar sizin için önemlidir? D) Kendinizi manevî insan olarak mı yoksa dindar insan olarak mı görüyorsunuz? [15]

Manevî İlteşim: (Bkz. Manevî Bağ).

Manevî İnsan Modeli: Manevî insan modelinde, insanın iç dünyasındaki bütün melekeler dikkate alınmaktadır. Buna göre canlı türleri içinde insan, özellikle ruh, akıl, vicdan, irade ve düşünme yeteneği gibi manevî hususiyetleri açısından en gelişmiş varlık olarak kabul edilmektedir. Sokrates’in talebesi Platon’a (Eflatun: 427–347) göre insanın en büyük özelliği ruha sahip olmasıdır. Ruh, daha önce, yani vücuda bağlı olmadan başka bir âlemde yaşamış ve hakikati görmüştür. Şayet durum böyle ise, biz var olmadan önce ruh mevcut bulundu ise, o zaman onun ölümünden sonra da var olmaya devam edeceği sonucuna varabiliriz. Ayrıca, ruhun önceden yaşamış olduğu fikrini hatırlamak, onun ölümsüzlüğünün bir delilidir. İnsanın fizikî ve manevî (ruhî) yapısı arasındaki etkileşimin varlığı ve boyutu hakkında modern bilimlerde ve ruha en yakın bilim dalı olarak psikoloji alanında değişik bilimsel görüşler ve teoriler öne sürülmektedir. Hangi görüşü itibar edeceksek edelim, gerçek şu ki, bedenî ve ruhî olaylar birbirleriyle yakından ilgilidir. Meselâ sinir sistemi, fonksiyonel olarak işlemediği andan itibaren psikolojik süreçler de hissedilememektedir. Batı dünyasında psikoloji ve diğer tabiî bilimlere mensup bilim adamları, sebep-sonuç ilkesinden (illiyetinden) vazgeçerek, daha çok beden ve ruh arasındaki entegral (tamamlayıcı-bütünsel) ilişki üzerindeki çalışmalara yoğunlaşmaktadırlar. Beden ve ruh, birbirlerini tamamlayarak yeni şartlara veya oluşumlara sürekli olarak adapte olan veya uyum sağlayan “açık bir sistem”dir. Modern psikolojinin görevi, nüro-fizyolojik esaslarının yanında kendi kendini düzenleyen “açık sistem”in uyum (uyarlama) mekanizmasını da dikkate alarak, psikolojik süreçleri incelemek, izah etmek ve meselâ psiko-terapi yöntemleriyle sistem değişiklikleri ile ilgili imkânları göstermektir.

Psikolojide İnsan ve Ruh

“Psyche” (ruh, nefes, zihin) ve “logos” (bilgi, düzenli söz) kelimelerinden meydana gelen psikoloji, etimolojik olarak ruh bilgisi veya bilimi anlamına gelmektedir. İnsanın duygu ve düşünce dünyasını belirleyen süreç ile insan davranışlarının ruhî olmaktan çok zihnî kökenlerini, çeşitli davranış kalıpları arasındaki çok yönlü münasebet ve bağlantıları inceleyen pozitivist ve seküler bir disiplindir.

İlk dönemlerde ruhun bilimi olarak tanımlanan psikoloji; sonraları aklın doğası konusundaki felsefî sorunları ilgi alanının dışında bırakacak biçimde düşünmeyi bir davranış çeşidi olarak kabul eden bir tutum ve davranışlar bilimi hâline dönüşmüştür. Bugün görülmeyen bir cevher olarak kabul edilen ruh, psikolojinin dışına itilmiştir. Modern psikolojinin konusu daha çok insanın gözlenebilen faaliyetleri ve içinde bulunduğu duruma göre yaptığı davranışlardır. Prof. Dr. Sabri Özbaydar’ın da tespit ettiği gibi, ruhun dolayısıyla ahiretin varlığı veya yokluğu bilimsel olarak tartışılmadığı için, insan öldükten sonra yaşayıp yaşamayacağı da psikoloji biliminin dışındadır.[16]

İnsan davranışlarının tanımını yapmak, davranışların sebeplerini çözmek, davranışları anlamak ve açıklamak, davranışları tahminî olarak önceden kestirebilmek ve davranışları kontrol altında tutabilmek gibi hedefler seçen Psikoloji, bu yönüyle daha çok bir davranış bilimi olarak kabul edilebilir.

Seçtiği araştırma metotlarının özellikleri de pozitivist bilimlerde uygulanan tekniklerle paralellik arz etmektedir. Mesela, modern Psikoloji, müşahede (gözlem), mülakat, test, deneysel araştırma, biyografi (tek bir kişinin öz geçmişi-hayat hikâyesi) ve laboratuar (günlük hayattaki deneylerin veya yeni bir hadiseyi doğurabilecek değişkenlerin kontrol altında tutulması) araçları kullandığı hâlde ilâhî kaynakları referans almamaktadır. (Bkz. Tablo 1)

Ne pozitivist bilimler, ne de manevî bilimler ruhun mahiyeti hakkında kesin ve doğru bilgilere sahip değildir. Yaratan’ın emrinde olan ruh hakkında zaten az bilgi verilmiştir, akıl ve idrak da ruhun özünü kavrayacak kapasite değildir.[17] Allah da bunun için ruhun mahiyetine yönelik olarak sınırlı bir bilgi vermekle beraber ruhun fonksiyonları ve tezahürleri hakkında geniş bilgi toplamaya izin vermiştir. Müslüman âlimler de bu yönde çok enteresan bulgular elde etmişlerdir. Ve en önemlisi, pozitivist bilim adamlarının yaptığı gibi, ruhu, zihinle veya akılla karıştırmamışlardır.

Biyoloji temelli yaklaşımlarıyla bazı pozitivist ve materyalist bilim adamları, bu karışıklıktan dolayı davranış bozukluklarının ve dolayısıyla akıl-zihin hastalıklarının sebebinin (bizim tasavvur ettiğimiz ilahî menşeli ruha tam inanmadıkları hâlde paradoksal olarak) ruh olduğunu iddia ederler. Bir yanılsama olarak da bu tür rahatsızlıkları ruhsal özürlülük olarak tarif ederler. Hâlbuki ruh, Allah tarafından insanın bedenine üflenmiş ilahî bir kaynaktır. Ruh; akıl, his, şuur, irade ve vicdan gibi manevî kaynaklardan mahrum olmadığı gibi bunlar aracılığı ile bütün manevî fonksiyonlarını ifa eder. Durum bundan ibaret olduğu hâlde, ruhun sakatlığından veya hastalığından bahsedilemez.

Davranış bozukluğu gibi ortaya çıkan anormal durumun sebebi daha çok ruhî fonksiyonlarda aranmalıdır. Mesela beyinden ruha veya ruhtan beyne bilgi iletilmesinin önünde beyindeki veya bedendeki herhangi bir maddî veya manevî arizadan (organik veya nefsanî) kaynaklanan engeller söz konusu olabilir. Ruh, bu gibi durumlarda akıl ve iradeye dayanan sinyallerini beyne aktaramaz veya beyin bunları sağlıklı bir şekilde alamaz. Beyin, bu durumda gerekli işlemleri sağlıklı olarak yapamaz. Doğru bir tahlil sonucunda bu gibi zihnî arızaların, ruhtan değil, ruh-beden münasebetinin sağlıklı kurulması önünde engel teşkil eden beyindeki problemlerden kaynaklandığını söyleyebiliriz. O Hâlde davranış bozukluklara (aklî ve iradî olmayan davranışlara) yol açan rahatsızlığın adı “beyin hastalığı-hasarı” veya “zihinsel özürlülük” olarak tanımlanabilir.[18] (Bkz. Tablo 1).

 

 Manevî Kayıplar: (Bkz. Manevî Zararlar).

Manevî Kaynaklar (Manevî Hasletler): Manevî kaynaklar, ruhun genel tasarım motifleri, potansiyelleri, fonksiyonları, merkezleri, hasletleri veya unsurlarıdır. Mesela tefekkür (manevî düşünme), kalben hissetme, iman etme, vicdanî duygular, akıl, irade ve arındırılmış nefis, ruhun sahip olduğu meziyetlerdir. Manevî kaynaklar, bir yönüyle mücerret (soyut) manalar olduğundan insan, bunları ancak ruhî duyarlılık (seyr-i ruhanî) ile sezebilir. Ruhî duyarlılığın ve manevî tekâmülün inkişafı da ancak Yaratan’a iman ve ibadetlerle mümkündür. Kalp, vicdan, akıl, şuur, irade, nefis gibi manevî kaynakların en farklı türleri bile birbirleriyle yakın ilişkidedir. Mesela vicdan, manevî muhasebe yoluyla nefsi sorgulama yeteneğini geliştirip, akıl-kalp dengesini tesis ederek, iradenin istikamet üzere kalmasını sağlar.

 

Özel Arama

Manevî Körlük (Manevî Boşluk; Gaflet): Manevî boyutuyla gaflet veya körlük, dinî hayatta, insanın Allah’ın emir ve yasakları yerine nefsinin ve şeytanın arzusuna uymasını, işlediği günahları ve ahirette vereceği hesabı düşünmemesini, Allah’ı zikretmeyi ve günahlara tevbe etmeyi terk etmesini, kalbin kasvet içinde oluşunu, yaratılış gayesinin yanında kulluk görevini ve sorumluluğunu unutmasını ve zamanını faydasız ve boş şeylerle geçirmesini ifade etmektedir.[19] İç âleme yönelik gaflet, kalbin imanî esaslardan ve ibadetlerden uzak olması, meta fizik âlemlere karşı bütünüyle kapalı olması ve hakikati görememesidir. Nefsanî ve şeytanî telkin ve dürtülerin etkisiyle sadece cisimler âlemine bakmanın sonucunda nuranî vasfını yitirmiş olan ruhsuz bir kalp, gafletin pençesinden kurtulamaz. Nitekim Allah’ın son Resulü, bu yönde bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Gerçek âmâ (kör), gözü görmeyen değil, asıl âmâ, kalp gözü görmeyendir”.[20] Dolayısıyla gaflet tuzağına düşmüş bir kişi, gözünün yanında aklını, dilini ve kulağını da gerçekleri görmede, bilmede, anlamada ve duymada kullanamaz hâle gelir. Manevî (nefsî) muhasebeyi önemsememenin ve tatbik etmemenin bir sonucu olarak ortaya çıkan manevî körlükte kişi, dünü, bugünü ve yarınıyla ilgili faydalı-zararlıyı, güzeli-çirkini, hayrı-şerri birbirinden ayıramaz ve gönül berraklığını ve istikametini koruyamaz. Kalbi körelmiş insanların sinelerinde her ne kadar bir et parçası mevcut ise de bunun manevî kalp (gönül) olduğu söylenemez. Manevî körlüğe sebebiyet veren birçok insanî zaaf vardır. Kasvet (kalp katılığı veya sıkıntısı) küfür, kibir, gurur, kendini beğenmişlik, dünya sevgisi, makam bağlılığı, hırs, şehvet, gaflet ve menfaat gibi yığın yığın tehlikeler, taarruz vaziyetinde kalbin ölümüne yol açabilir. Nereden bakarsak bakalım maneviyat âleminde körlük, nefs-i emmarenin varlığı ve süflî tekinleri ile yakından ilgilidir. Zaten nefsin bizatihi vücudunda bir körlük vardır. O körlük, vücudunda zerre miskal kaldıkça hakikat güneşin görünmesine engel olan bir perde olur.[21] Nefsin maneviyat âlemine gözü kapanırsa kalp, ebedî bir gece içinde kalır. İstiğfar, tevbe, güzel ahlâk ve ibadetlerle nefsanî duygular kontrol altında tutulabilir ve kalp, körlükten kurtulabilir. O halde insan, bu mahiyetteki nefse muhalefetiyle ve onu terbiye etmekle manevî terakki içinde kalp gözünü açmalıdır. Manevî boşluklar, toplum hayatına bakan yönüyle birçok psiko-sosyal riskler taşır. Bu risklerin giderilmesine yönelik olarak manevî körlüğün teşhisi iyi yapılmalıdır. Manevî sosyal hizmetlerde bireysel ve sosyal sorunların manevî boşluklardan kaynaklandığı bilmek, bazen kendi başına yeterli değildir. Çünkü manevî boşlukların da değişik tezahürleri vardır. O halde manevî boşluk türlerine göre de spesifik manevî rehabilitasyon yöntemlerine ihtiyaç duyulabilir.

Manevî Koruma: Manevî koruma ve(ya) destek faaliyetleri, kişilerin kalplerinde imanî esaslarla ilgili şüphe ve inkâr arzularının uyanmaması yönünde yapılan koruyucu manevî sosyal hizmet uygulamalarının yanında manevî hastalıklara yakalanmış olanların manevî rehabilitasyonlarına yönelik manevî telkin ve teselli yöntemlerinin bütünüdür. Manevî koruma faaliyetleri, kişilerin iç dünyalarında gerçek manevî değerlerin ortaya çıkarılması, bu değerlere esas teşkil eden duyguların korunması ve geliştirilmesi yolunda yapılan rehberlik hizmetleridir. İnsanları değişik manevî risklere karşı korumak, sedd-i zerâyi’ yaklaşımı ile ancak mümkündür. Sedd kelimesi, kapatmak veya engellemek ve zerîa kelimesi ise sebep veya vesile anlamlarına gelmeketdir. Bu yaklaşım, manevî tehliklerin ve kötülüklerin vasıtalarını ortadan kaldırmayı ve harama vesile olan şeylerin engellenmesini içermektedir. Bu noktada manevî körlüğü önlemek, manevî sapmaları da engelleyeceği için, kişileri manevî yönden korumak ve kollamak adına önemlidir.

Manevî Makamlar: Nefsini değişik derecelerde arındırmış olan inançlı bir insanın ulaştığı değişik manevî mertebelerdir. İlmin yanında güzel ahlâk ve halis ameller sayesinde nefsini (kısmen veya tamamen) ıslah etmiş ve her türlü kötü duygulardan (kısmen veya tamamen) uzaklaştırmış bir kişinin sahip olduğu ruhî (manevî) özelliklerdir. Manevî makamlar, manevî rehabilitasyon ve nefis terbiyesinden sonra kişinin nefsindeki (ruhundaki) manevî terakki sürecindeki olumlu gelişmelerdir. Tasavvufta manevî makamlar, nefsin temizlenmesi ile insan ruhunda, temizlik ve saflığına göre ahlaken yükselme, ilâhî marifetlerde ilerleme gibi bir takım iyi durumların meydana gelmesi ile elde edilir. Tasavvuf kitaplarında nefsin (ruhun) yedi mertebesinden ve kişinin yedi manevî makamından söz edilmektedir:1-Nefs-i Emmare; 2-Nefs-i Levvâme; 3-Nefs-i Mutmainne; 4-Nefs-i Râdıye; 5-Nefs-i Mardiyye; 6-Nefs-i Mülhime; 7-Nefs-i Kâmile.

Manevî Muhasebe: Manevî muhasebe, (manevî) kalbin bekasını temin eden vicdanî hesaplaşmadır. Allah’a ve ahiret gününe inanan bir insanın, yanlışlarını (hatalarını) ve doğrularını, manen kaybettikleri ve kazandıkları zaviyesinden sık sık nefsiyle yüzleşmesidir. Müminin, yapıp ettiklerini hemen her gün gözden geçirip hayırlı faaliyetlerini ve güzelliklerini şükürle karşılaması; manevî sapmalarını ve günahlarını da istiğfarla gidermeye çalışmasıdır. Manevî muhasebe, kişinin manevî dünyasına ait yeni oluşumları ve gelişmeleri denetlemesi, bu şekilde sürekli nefsiyle hesaplaşması, kendi kendini sorgulaması ve her zaman muhasebe duygusuyla dopdolu yaşamasıdır. Bazen “insanın kendiyle yüzleşmesi”, bazen “nefsin sorgulanması” ve bazen de “nefis muhasebesi” olarak isimlendirilen manevî muhasebe, insanın dünyevî arzularını, hırslarını ve davranışlarını denetlemesi, doğru veya yanlışlarını vicdanının süzgecinden geçirip bir değerlendirmede bulunması şeklinde gerçekleşir. Bir bünyede vicdan, manevî muhasebeye tâbi tutulmazsa kişi, her türlü manevî risk ve tehlikeye açık ve manevî (ilahî) koruma yönden emniyetsiz bir duruma düşebilir. Tirmizî’de geçen bir hadis-i şerifte son Peygamber, en büyük mahkemede hesaba çekilmeden önce dünyadayken sık sık nefsi sorgulamayı, akıllılık ve müminlik emaresi olarak zikretmiştir. Hakikaten manevî duyguların insanî yönde geliştirilmesi gerekir, yoksa bu güzel duygular köreltilir. İnsanın manevî cephesinin körelip körelmediği iç muhasebe ve müşahede ile anlaşılabilir. Bunun yolu da manen kendi yolculuğuna çıkması, kendini tanıması, bir yerde nefsini, tarafsızca incelemesinden geçer. Manevî hastalıklara yol açabilecek riskler tespit edilirse, müdahale eksenindeki manevî tedavi de o nispette kolay olacaktır. [22] Hazreti Ömer de son Peygamber’den işittiği muhasebe hakikatini farklı bir üslupla seslendirerek, şöyle buyurmuştur: “Ahirette hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekin. Ötede amelleriniz tartılmadan önce burada kendiniz tartın. Mahkeme için şimdiden gerekli hazırlıklarınızı yapın. Bilin ki, o gün huzura alındığınızda size ait hiçbir şey gizli kalmayacak ve bütün sırlarınız bir bir sayılıp dökülecektir.” Kişi, kendi kendini sorgularken, yaptığı şeyleri tek tek gözden geçirirken, iyilikleri ve güzellikleri şükürle karşılamalı, manevî hastalıkları ve sapma eğilimlerini Yaratan’dan af dileyerek gidermeye çalışmalı ve günahlarını pişmanlık ve tevbe ile düzeltmeye gayret göstermelidir. İnsanın kendi kendini iç derinlikleriyle (ruh enginlikleriyle) keşfedip tanıması yani manevî terakkisi için bir zorunluluk olan nefis muhasebesinde vicdanın sesini dinlemek, onun ölçülerini esas kabul etmek ve nihaî kararı ona tasdik ettirmek gerekir.[23]  Yapılan ve yapılması gerekirken yapılmayan bütün davranışların hesabını vermek düşüncesiyle yaşayan kişiler, hayatlarında daha mutedil ve tutarlı olurlar. Namazlarında günde kırk defa “Din (Hesap) Günü’nün Sahibi olan Allah”a hesap şuuruyla divan duran bir mümin, tüm davranışlarında bu bilinçle hareket eder.

Manevî Rabıta: (Bkz. Manevî Bağ).

Manevî Rehabilitasyon (Manevî Yeniden Dirilme): Manevî rehabilitasyon, ileri derecede manevî boşluk, sapma ve(ya) sapkınlık içinde veya manevî hastalıklara yakalanmış olan kişilerin manevî dünyalarıyla yeniden barışık olmalarını sağlayan manevî destek ve tedavi hizmetleridir. Doktorların “Hastalık yok hasta var” sözü, manevî rehabilitasyon (nefis tezkiyesi) için de geçerli bir akçedir. Her insanın başlı başına manevî bir âlem olduğu ve dolayısıyla her ferdin manevî hastalıklarının tedavisinin de buna göre farklı yöntemlerle sağlanabileceği düşünülmelidir. Buradan yola çıkarak her insan, özel manevî durumuna ve rahatsızlığına göre değerlendirilmeli, manevî arınma için ne türlü bir yoldan geçmesi lazımsa, öyle bir yoldan geçirilmeli, kendisine tabiatına ve karakterine göre özel bir rehabilitasyon usulü uygulanmalı ve kişiye belli sorumluluklar ve görevler (ibadet, sabır, züht, manevî meşguliyetler, günahlardan uzak bir ortamda bulunmak, cemaate katılma; hayırlı faaliyetlere iştirak vb) de yükleyerek manevî tekâmül ve insan-ı kâmil olma ufku gösterilmelidir.

Manevî Riskler (Manevî Tehlikeler): Manevî riskler, nefsin değişik tuzaklarına düşme ve nefsin emrettiklerini sürekli ve tereddütsüz olarak yerine getirme ihtimalleridir. Manevî eğitim almama veya nefis terbiyesi mekanizmalarını işletmeme sonucunda ortaya çıkabilecek manevî riskler, iman, ibadet gibi dinî esaslarla ilgili olarak zihne giren şüphelerin bütünüdür. Nefs-i emmarenin telkinleriyle dine uymayan kötü davranışlarla birlikte kalbî tembelliğin yol açtığı belirli derecedeki inançsızlığın vicdanî duyguları belirli oranda tahrip etmesi ve maneviyatı sarsmasıdır. Sürekli günah işlemenin bir sonucu olarak kişinin kalbinde imana, hakikate ve vazife-i ubudiyete (kulluk görevlerine) yönelik olarak inkâr arzuları uyanabilir. Bunlar da manevî risklerin en büyükleridir. Diğer taraftan kişinin olumsuz bir içerik arz eden her türlü düşünce ve tavrı, manevî risklere yol açabilir. Kötü tasavvurlar ve niyetler, sevimsiz tavırlar, kötü davranışlar, tabiri caizse ruhta bazı sıkıntılar meydana getireceği için, manevî risklere ve bunun bir devamı olarak manevî hastalıklara ve sapmalara sebebiyet verebilir. İman denilen hakikat, manevî risklerin ve nefsin bütün olumsuz duygularını frenler ve terbiye eder ve vicdanın sahip olduğu güzel duyguların yeniden inkişafını sağlar. Her bir manevî risk, aynı zamanda başka sosyal risklere de yol açabilir ve toplumsal dengeyi bozabilir. Mesela son Peygamber, manevî bir riskin tahakkukun (günahın) haricî yansımaları itibariyle muhtemel manevî ve sosyal sonuçlarına şu hadislerinde işaret eder: “Günah, yalnız işleyen için değil, başkaları için de kötülüktür. Onu ayıplarsa kendisinin de başına gelir. Gıybet ederse günahkâr olur. Rıza gösterirse ortak olur”.[24]

Manevî Sıkıntı (Manevî Stres)

Manevî sıkıntı, manevî bakım plânının oluşturulması sürecinde bakım sorun ve ihtiyaçlarının belirlenmesinden sonra teşhis safhasında ortaya çıkan belirli bir manevî rahatsızlıktır. NANDA; bakım ihtiyaçlarının sınıflandırmasında “Manevî Sıkıntı” (Spiritual Distress) teşhisini, bakıma muhtaç kişinin bir rahatsızlığı olarak kabul etmektedir. Buna göre manevî sıkıntı, hayata mana veren, ümit ve güç sağlayan inanç ve değer sisteminde bir rahatsızlık yaşayan veya böyle bir manevî riski taşıyan bir grup ya da kişideki özel bir durumdur.[25] Mesela bir hastanın manevî inançları ile tıbbî tedavi ve rehabilitasyon programları arasında bir çatışma yaşandığında kişide manevî sıkıntılar ortaya çıkabilir.[26] Yine bir misal vermek gerekirse, Müslüman bir hastanın domuz pankreasından oluşan bir ilaçla tedavi edilmek istenmesi veya bir insanın aniden ölümcül bir hastalığa yakalanması gibi durumlarda kişinin manevî dünyası ciddî anlamda sarsılabilmektedir. Bir kişide manevî sıkıntıların ve huzursuzlukların varlığı, bazı emarelerin belirgin ve kalıcı hâle gelmesi durumunda ancak anlaşılabilmektedir. Psikolojik sancılar, kendinle veya toplumla yabancılaşma, gereksiz korku ve endişeler, suçluluk duygusu, öfke ve kin, manevî duygulardan uzaklaşma, çaresizlik ve ümitsizlik gibi duygu ve tepkiler, manevî sıkıntıların varlığına dair önemli belirtilerdir.[27] Bazı manevî sıkıntılar, ya manevî boşluğun bir tezahürüdür, ya da manevî körlüğe yol açan ilk emarelerdir. Açıkça görülebilen bazı manevî sıkıntılar (bitmişlik, tükenmişlik, beyhudelik, neme lazımcılık duyguları), insanın içini kaplamış ise, büyük bir ihtimalle bu sıkıntılar manevî boşluğun bir yansımasıdır. Manevî boşluktan kaynaklanmayan manevî sıkıntılar da, zamanında manevî tedavi yöntemlerine başvurulmazsa, manevî hastalıklara ve sapmalara yol açabilir. Manevî sıkıntı içinde olan bir kişiye profesyonel manevî danışmanlık ve rehabilitasyon hizmetleri verilmezse, kişi sapkın görüşlerin ve batıl inançların hedefi hâline gelebilir. Doğru düşünemeyenler, er veya geç fıtrî inançlarını yitirirler ve manevî sıkıntılarını başka sapkın inançlarla doldurmaya ve bu şekilde psikolojik olarak rahatlamaya uğraşırlar. Ancak, fıtratlarından uzaklaştıkları ve ifrat ile tefrit kısır döngüsünde iman dengesini tahrip ettikleri için, kendilerine daha çok yabancılaşırlar ve manevî körlüğün esiri olurlar. Bundan dolayıdır ki manevî sıkıntılara giren insanlara, mümkün mertebe erken bir teşhisle ve dolaysıyla erken bir safhada manevî destek hizmetlerinin verilmesi elzemdir.

Manevî Stres: (Bkz. Manevî Sıkıntı).

Manevî Tehlikeler: (Bkz. Manevî Riskler).

Manevî Tekâmül: (Bkz. Manevî Gelişim).

Manevî Uygulamalar İçin (Yardımcı) Ürünler ve Teknoloji: Dinî veya manevî uygulama bağlamında sembolik anlam (mana) kazanan veya anlam atfedilen, uyarlanmamış (uyarlanmış) ve özel olarak tasarlanmamış (tasarlanmış), tek veya toptan üretilmiş ürün ve teknolojidir (ICF; e1450 ve e1451). Özel olarak uyarlanmış-tasarlanmış ürün ve teknoloji denilince akla şunlar gelebilir: 1.) Görme özürlüler alfabesi ile yazılmış dinî kitaplar. 2.) Cami girişiminde tekerlekli sandalyeler için ayrılmış özel bir mekân. 3.) Cami içinde ortopedik özürlüler için özel dizayn edilmiş koltuklar gelmektedir. Özel olarak uyarlanmamış-tasarlanmamış ürün ve teknolojiye örnek olarak tespih, seccade veya takke gösterilebilir.

Manevî Varlıklar (Gaybî Varlıklar): Nasıl ki her şeyin açık (zâhir) olan yanı vardır öyle de her şeyin bir de kapalı (bâtın) ve gaybî (gizli, bilinmeyen) yanı vardır. Bunların başında bütün metafizik varlık ve âlemler girer. Dolayısıyla görünmeyen ve fakat varlığı kabul edilen hasletler, latifeler, canlılar veya melekelerin her birisi birer manevî varlıktır. Manevî varlıkları dört kısma ayırmak mümkündür: 1.) İnsanın içinde taşıdığı manevî varlıklar ve hasletler (manevî kaynaklar): Ruh, akıl, gönül (kalp), vicdan, irade, nefis gibi. 2.) İnsanın dışında var olan manevî (metafizik) varlıklar: Melek, cin, şeytan gibi. 3.) Manevî (gaybî) âlemler. 4.) Uhrevî âlemler (Cennet, Cehennem). Manevî varlıkların ispatı, fizikî âlemden delil getirmek yoluyla fizik ötesi varlıkların hakikatine çalışılır. Allah'ın varlığının ve birliğinin enfüsî (insanın kendi iç tecrübesi) ve afakî (kâinatta var olan olgusal gerçeklik ve bilimsel) delilleri kullanır. İnsan ve diğer canlılar gibi maddî varlıkların yaratılmış olması ve bunları yaratan Yüce bir varlığın olmasından hareketle manevî varlıkların da gerçek olduğu fikrine varılabilir. Yaratmanın özellikleri ile konular, ilâhiyat biliminin bir kolu olan “Mebde” (Yaratma; Başlangıç) disiplininde ele alınır. Bununla beraber, hayatı sona eren canlıların durumu ve ahirette yeniden dirilme ile ilgili meseleler, “Meâd” (ahiret) disiplinin içine girer. İnsan duyu organlarıyla manevî varlıkları herkesin bilebileceği ve görebileceği bir boyutta idrak edemez ancak akıl ve delil yoluyla, bu görünmeyen manevî varlıkların ya da kavramların gerçek olduğunu idrak eder. İşte bunun adı da imandır. Bu bakımdan insanın maneviyatı güçlü demek, gayba ve manevî varlıklara imanı güçlü olan kimse demektir.

Manevî Yeniden Dirilme: (Bkz. Manevî Rehabilitasyon)

Manevî Zararlar (Manevî Kayıplar; Hüsran): Manevî risklerin hayat bulması sonucunda kişinin kalbinde (manevî dünyasında) meydana gelen olumsuz değişmeler, manevî zararlar olarak tanımlanabilir. İman etmeyen, inancı olmayan, salih amel işlemeyen, faydalı hizmetlerde bulunmayan, insanlara hakkı tavsiye etmeyen, sürekli olarak kötülüğü teşvik eden veya bizzat kötülük işleyen, gayri ahlâkî tutum ve davranışlar sergileyen bütün insanlar, hem dünyada hem de ahirette zararda ve hüsrandadır. Nefis mekanizmasını bilerek veya bilmeyerek harekete geçiren, sürekli olarak belirli günahları artırarak işleyen ve manevî değerlere aykırı hareket eden kişi, maneviyatını ve güzel ahlâkını bozması sonucunda manevî ziyana ve sıkıntıya uğramasının yanında maddî ve sosyal yönden de zarar görebilir. Bir insanın mal, mülk ve itibar gibi dünyevî kazançlarını ve birikimlerini kaybetmesi her ne kadar büyük bir sosyo-ekonomik zarar oluştursa da manevî kayıplarının yanında yine hafif kalır. Önemli olan elde manevî kazanımlar elde etmek ve bunları kaybetmemektedir. İnsan için dünya hayatı, aslında uhrevî sermaye biriktirmek için bir fırsatlar diyarıdır. Kim fırsatları değerlendirir ve Allah’ın rızasını kazanacak güzel faaliyetlerde bulunup O’nun sevgisini ve rahmetini kazanırsa en geç ahirette kârlı çıkacaktır. Kimde Allah’ın gazabını ve lanetini çekecek menfî işler yaparsa hüsrana ve manevî zarara uğramıştır. Allah, bir âyetinde manevî kazanç (huzur) ile zarara uğrayanları şu şekilde tasvir etmektedir: “Nefsini (şirk, küfür, nifak ve isyandan takva ile) temizleyen kurtuluşa (huzura) ermiş, onu (fücur-günah ile) kirleten ziyana uğramıştır” (Şems; 91/10-11). Buna göre insanın, nefsini fücurdan yani her türlü çirkinlik, kötülük ve günahlardan koruması ve takva, yani ihlasla yapılan her türlü iyilik ve güzelliklerle manen geliştirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde manevî ziyana uğrama tehlikesi ile karşı karşıya gelebilir. Allah, en çok manevî zarar içinde olup hüsrana uğramış kişileri sevmez. Ebedî hüsrana uğrayan, uhrevî saadetini kaybeden kişi, şakî olarak da tanımlanabilir. Bu yönüyle şakî, imandan mahrum olan bir kimsedir. Dolayısıyla şakî, küfre düşen ve ahirette de ebedî zarardan kurtulamayana kişidir. Bu bağlamda Allah’ın hoşlanmadığı şakîlerin (günahkârların) başında iman etmeyenler, ahireti, kaderi, Allah’ın kitaplarını inkâr edenler, dünyayı ahirete tercih edenler, iman ve ibadetinde Allah’a ortak koşanlar (şirk), haktan ayrılıp zulmedenler, dünyada bozgunculuk yapanlar ve hakikatleri gizleyip yalan söyleyenler gelmektedir. Kısacası Allah’a düşmanlık besleyenler, O’nu inkâr edenler, O’ndan başkasına (şeytana, dünyaya, tabiata, putlara vb.) ibadet edenler, O’na verdiği sözü bozanlar, O’nu unutup büyük günah işleyenler, O’na iman ve ibadet ediyormuş gibi görününler (münafıklar), dinin bütününe iman etmeden Allah’a bir kenarından iman veya ibadet edenler, en büyük hüsrandadır. [28]

Maneviyat: İç varlık bakımından Arapça bir sıfat olan manevî kelimesi; “duyu organları olmaksızın (manevî) kalp (gönül) ile kavranıp bilinen şeye ait olan” anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla manevî, mana cihetiyle, manaca, maddî olmayan, ruhanî, ruhça ve(ya) mücerret (soyut) anlamlarına gelmektedir. Tabiri diğerle manevî, maneviyatla veya inançla ilgili olup, maddî olmayan, mânâya, ruha ve gönüle ait olan her şey olarak da ifade edilebilir. Maneviyat ise, manevî-ruhsal hayatla ilgili, maddî olmayan bütün manevî varlıklar ve kavramları ifade etmektedir. Mesela, akıl, zekâ, bilgi, inanç, yetenek (meleke) ve lezzet gibi kavramlar manevîdir. Maneviyat, geniş anlamda din (İslâm) ve dinî (metafizik) öğretiler şeklinde tanımlanabilir. İnsanın sahip olduğu tüm duygu, düşünce ve manevî haslet ve duyguların bütünüdür maneviyat. Bu yönüyle de maneviyat; içten hükümlü olmayı, hiçbir etki ve dış tesir altında kalmadan, vicdan emirlerine göre, özgürce yaşamayı temin eden iç dünya kuvvetidir. Maneviyat, vahiy kaynaklarından esinlenme sonucunda inancı güçlendiren her türlü düşünce, yaklaşım ve faaliyetlerdir. Bu yönüyle maneviyat, kesin karar, müspet inanç, hakikati bulma ümidinin taşıyan tefekkür ve gerçek fıtrî sevgi gibi iç dünya besinlerinden oluşan bir güçtür. Bu manevî güç sayesinde bir insan, zor durumda dahî olsa, elde ettiği üstün moral gücüyle zorluklara karşı direnme becerisi gösterebilir. Bu bakımdan bir insanın maneviyatının güçlü olması demek, Yaratan’a, kadere, ahirete ve gayba imanı güçlü olan kimse demektir. Bir kimsenin zorluklara karşı koyma, engellerle mücadele etme ve(ya) moral gücünün inanç ile ilgisi bu bağlamda ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle maneviyat, insanlık için sağlam bir rehber ve insan ruhunun gıdasıdır. Maneviyat çalışmalarıyla tanınan Alman Bilim Adamı Harald Walach, maneviyatın metafizik tecrübeye dayanan bir idrak, şahsî benliği aşan, onun üzerinde olan bir gerçek olduğunu söyler.[29] Maneviyat (Spiritüalite), insanın kendisi ve diğer insanlarla münasebetlerini, evrendeki yerini, yaşam boyu kazanılan bilgilerin bir sonucu olarak hayatın derin manasını anlama ve kabul etmeye yönelik bir mücadele sürecidir. İnsana anlamlı gelen unsurların yanında hayatın gayesine yönelik olarak hissedilen her şey, maneviyatın bir parçasıdır. [30] ICF’ye göre maneviyat, kurumsallaşmış din dışındaki ruhanî etkinlik veya olaylara katılımdır (ICF; d9301). Dolayısıyla Batı tarzı bir bakışta maneviyatta mutlak anlamda (kurumsal-resmî) dinî bir unsurun bulunması gerekmemektedir. Manevî bakımla ilgilenen bazı Batı’lı bilim adamları bu yaklaşımı destekleyerek, maneviyatı “kişinin, materyalin ötesinde ilişkili olduğu her şey ve bunların temel anlamlarına ilişkin içsel kaynaklarının toplamı" biçiminde tanımlarlar.[31] Ancak din ve dinî duygular, maneviyatın büsbütün dışında olduğu da düşünülmemelidir. Nitekim ICF, gerekli gördüğü yerlerde maneviyatı din ile birlikte değerlendirme ihtiyacı duymuş ve “Din ve Maneviyat” tanımını, “ruhanî değerler ve ilahî güçlerle bağlantı kurmak, mana bulmak ve kendini gerçekleştirmek için dinî veya manevî etkinliklere, düzenlemelere ve uygulamalara katılmak” şeklinde yapmıştır. Camiye gitmek; dinî amaçla dua etmek veya ilahi okumak ve ruhanî düşüncelere dalmak gibi dinî ve manevî etkinlikler bu kapsamda düşünülebilir (ICF d930). [32]

Mutluluk: (Bkz. Manevî Huzur).

 

 

SONNOTLAR

[1] Özdoğan, Öznur; Aşkın Yanımız Maneviyat; Özdenöze Yayınları; Ankara; 2009; s. 9.

[2] 1833'de bir Protestan rahip ailesinin çocuğu olarak Almanya’da doğdu; teoloji ve felsefe öğrenimi gördü. Dilthey, yaşadığı dönemde tabiat bilimlerinin yaygın etkisine karşı, insanı, değişkenliği bağlamında ele alan bir hayat felsefesi geliştirmiştir. Çok değişik konularda yoğun araştırmalara girişti. Maneviyat (İlahiyat) ve edebiyat konularının yanı sıra, sosyoloji, etnoloji, psikoloji ve fizyoloji gibi ampirik bilimlerdeki gelişmeleri de yakından tâkip etti. 1864’te Berlin’de doktorasını tamamladı ve 1866’da Basel Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. 1868’de Kiel ve 1871’de Breslau üniversitelerinde görev aldı. 1882’den sonra Berlin Üniversitesi’nde eğitim faaliyetlerine devam etti. Dilthey, 1911 yılında vefat etti.

[3] Dilthey, Wilhelm; Die Entstehung der Hermeneutik; 1900. 

[4] Son Peygamber, nefisle mücadele etmenin fiilî savaştan (küçük cihattan) daha büyük olduğunu ve asıl büyük cihadın (cihad-ı ekber) da nefs-i emmare ile mücadele etmekten ibaret olduğunun değişik hadislerinde belirtir. “Gerçek mücahit, Allah rızası yolunda kendi nefsiyle mücahede eden kimsedir” hadisi, bu gerçeği göstermek adına yeterlidir. Bkz. Tırmızî; Fedailü’l-Cihad 2; Müsned 6/20.

[5] Gülen, Fethullah M.; Kalbin Zümrüt Tepeleri 2; Nil Yayınları; İzmir; 2005; s. 56.

[6] Akpınar, Arif; Hastalıklara Pozitif Bakış; Bilge Yayınları; İstanbul; 2006; ss. 112-118.

[7] “Fakat o sureler, kalplerinde (nifak ve küfür) hastalığı bulunanların inkârlarına inkâr kattı ve onlar kâfir olarak öldüler”. (Tevbe; 2/125).

[8] “Görmezler mi ki, her yıl bir veya iki defa çeşitli belalara çarptırılırlar. Böyle iken, yine ne tevbe ederler, ne ibret alırlar”. (Tevbe; 2/126).

[9] Buhâri, İman 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4688).

[10] Buhari, Ubade b. Samit'den.

[11] Ergül Şafak, Bayık A (2004) Hemşirelik ve Manevi Bakım, Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, cilt:8, Sayı:1, ss. 39–40.

[12] Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Bakım Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); Şefkatli Eller Yayınları; Ankara; 2007: Manevî İhtiyaçlar.

[13] Weber S, Frick E.; Zur Bedeutung der Spiritualität von Patienten und Betreuern in der Onkologie; Manual Psychoonkologie; München; 2002;.ss. 106–109

[14] Puchalski C, Romer AL; Taking a spiritual history allows clinicians to understand patients more fully; J Palliative Med 3; 2000; ss. 129–137.

[15] Bu sorudaki manevî ile dindar kavramları, birçok okuyucumuz için belki aynı anlam taşıyabilir. Ancak, buradaki ince ayırım, tıpkı ICF’nin tanımlamalarında da görüldüğü gibi, maneviyatın, mutlak olarak dinle bağlantısının olmadığı yönündedir. Buna göre, bir insan, manevî değerleri benimseyebilir, ama dindar, yani herhangi bir dine mensup olmayabilir. Batı Dünyası’nın pozitivist aydınları, her ne kadar bu ayrımı yapıyorsa da, biz maneviyat ile dini ve dolayısıyla “manevî” ile “dindar”ı eşanlamlı tutuyoruz. Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım; Şefkatli Eller Yayınları; Ankara; 2007.

[16] Saygılı, Sefa; Beyin ve Ruh; Tür-Dav Yayınları; İstanbul; 2001; s. 12.

[17] Kuran’ın beyanı, ruh konusunun akla kapalı olduğunu gösterir. “Bir de sana rıh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh Rabbim’in emrindedir. O’nun bileceği işlerdendir. Size sadece az bir ilim verilmiştir” (İsra; 17/85).

[18] Gönüllü, Ö. Said; Akıl ve İrade Ruhumuzda; Sızıntı; Sayı: 317; Haziran 2005, s. 238. 

[19] Diyanet İşleri Başkanlığı; Dinî Kavramlar Sözlüğü; Karagöz, İsmail (Hazırlayan); Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları; Ankara; 2005; ss. 193–194.

[20] Câmiü-s-Sağir; C. 4; Yeni Asya Neşriyatı; İstanbul; 2002; No: 3297.

[21] Bediüzzaman Said Nursi; Mesnevî-i Nuriye; s. 71.

[22] Serdar, Mehmet; Akıl-Kalp Dualitesi; Sızıntı; Sayı 236; Eylül 1998; s. 343.

[23] Gülen, Fethullah M.; Kalbin Zümrüt Tepeleri 1; Nil Yayınları; İzmir; 2005; s.24. 

[24] Câmiü-s-Sağir; C. 3; Yeni Asya Neşriyatı; İstanbul; 2002; No: 2229.

[25] McFarland GK, McFarlane EA. Nursing Diagnosis & Intervention. Planning for Patient Care Mosby, St. Louis, 1997.

[26] Carpenito-Moyet; Handbook of Nursing Diagnosis; Hemşirelik Tanıları El Kitabı; (Tercüme: Firdevs Erdemir), Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2005; ss. 365–369.

[27] Klimes R. Spiritual Care: Help in Distress. LearnWell Institute, Inc, a California nonprofit public benefit corporation, January, 2005.

[28] Diyanet İşleri Başkanlığı; Dinî Kavramlar Sözlüğü; Karagöz, İsmail (Hazırlayan); Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları; Ankara; 2005; ss. 276–277. 

[29] Walach H: Spiritualität als Ressource. Chancen und Probleme eines neuen Forschungsfeldes. EZW-Texte 181; 2005. s. 17.

[30] Çetinkaya, Bengü; Altundağ, Sebahat; Azak, Arife; Spritüel Bakım ve Hemşirelik; Adnan Menderes Üniversitesi; Tıp Fakültesi Dergisi; Cilt 8, Sayı 1, 2007; s. 48.

[31] Ergül Şafak, Bayık A (2004) Hemşirelik ve Manevi Bakım, Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, cilt:8, sayı:1, s. 42.

[32] WHO and Classification ASaTT: ICF: International Classification of Functioning, Disability and Health; Assessment, Classification and Epidemiology Group: WHO: Submitted 2001.